19 Mart 2019 Salı

SEÇİM GÜVENLİĞİ "Ahmet Kılıçaslan Aytar" - Islak İmzalı Sandıkbaşı, Birleştirme ve SEÇSİS Kayıt Tutanakları "SEÇİME KATILAN" bütün partiler tarafından; Sandık başından itibaren alınmak ve SEÇİMİN NAMUSUNA sahip çıkılmak zorundadır. SEÇİMLERDE HİLE YAPMAK BİR İNSANLIK SUÇUDUR.

SEÇİM GÜVENLİĞİ
[["Islak İmzalı Birim Sandık Başı Tutanaklarından; Bina, Köy-Mahalle, Bölge, İlçe ve İl Birleştirme Tutanaklarına Kadar 'BÜTÜN ISLAK İMZALI ORİJİNAL TUTANAKLARIN" Başta Ana Muhalefet Partisi Sıfatıyla CHP ile Taraf ve İştiraki Olduğu MİLLET İTTİFAKI'nın Bütün Partilerine ve Nihayetinde Şurada veya Burada SEÇİME KATILAN Diğer Siyasi Partilerin; Bu (Sandık Seçim ve Birleştirme) Tutanaklarını (Resmi Görevlileri ve/veya Müşahitleri Vasıtasıyla) Elde Edip, Bir Araya Getirmek Suretiyle: MUTLAK, İSPATLI VE TARTIŞMASIZ Seçim ve Sandık Güvenliğini Sağlamaları Olmazsa Olmaz Görevleri; Varlık Nedenleri ve Namus Borçlarıdır. Bunu Yapmayan Siyasi Partiler, Seçimden Sonra Millet Tarafından Mutlak Bir Nefret ve Lânetle Anılacak; Siyaset Simsarı, Misyon Taciri, Mafya ve Şebekeler Olarak İlân Edilecek ve VATANA/MİLLETE İhanetle, Hırsızlık ve Nitelikli Dolandırıcılıkla Suçlanacaklardır. Biline...]]
SEÇİM GÜVENLİĞİ
Ahmet Kılıçaslan Aytar
II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD, Özgür Enformasyon Akışı: Özgür ve Dengeli Enformasyon Akışı: Karşı-Akışlar süreclerini geliştirdi.
Bu oluşum üzerinden "Enformasyonel Emperyalizm"i inşa etti.
*
Enformasyon derlenmiş bilgi parçasıdır.
Bugün dünyanın her yerinden insanlar faydaları ve mutlulukları için bilgi teknolojilerine koşuyor.
Bilgi teknolojilerini elinde bulunduran güç önce baskı kuruyor, sömürüyor sonra karşılığını arz ediyor...
Bu uluslararası enformasyonel dünyasının "kiminin sattığı, kiminin ise alıp-baktığı" bir dünya olduğu anlamına geliyor.
Türkiye, "Karşı-Akışlar" döneminde "tek yönlü" enformasyonel akışın sahibidir yani alıyor- bakıyor...
*
ABD; Aydınlanma'dan başlayan ve bireyi pozitif özgürlük üzerinden ulusal, etnik, dini, sınıf vb. kollektif kimliği ve olumsuz özgürlüğü desteklediği için bu sürecin lideridir.
Bu karakteriyle kurduğu tek küresel sisteminin bölgesel pazarlarla çeşitlenmesine ancak yıkılmamasına çaba gösteriyor...
*
Rusya ise "toplumlar karşılaştırılabilir ancak bunların herhangi birinin nesnel olarak diğerlerinden daha iyi olduğu söylenemez" düşüncesinden hareket ediyor.
ABD ve Batı toplumunun, ırkçı ve sömürgeci geçmişine dayanan bir etnosentrik yaklaşımla "evrensellik" iddiasında olduğunu,
Aslında böyle bir tavrın içsel doğasının, ötekine kendi kimliğinin empoze edilmesi ve paranoyak kılma arzusuna dayandığını ve bu hastalığın Batı ırkçılığı olduğuna inanıyor.
Batı'nın bu anlayışının insanlığın ve onun kültürünün ahlaki, manevi ve geleneksel temel değerlerine karşı olduğu için köleliğin en iğrenç formülü olduğunu savunuyor.
Buna göre demokrasi, insan hakları, bireycilik vb. kavramlar evrensel değil Batılı değerlerdir ve diğer kültürlere teşvik edilmemelidir.
Bu yüzden mevcut tek kutuplu statükodan ziyade çok kutupluluğa dayalı uluslararası ilişkileri öneriyor....
*
Bu çerçevede 5 Mart'ta, Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron, AB parlamentosu seçimleri öncesinde Avrupa'ya bir açık mektup kaleme aldı.
"Demokrasimizi korumalıyız. Her seçimde oylarımızı etkilemek isteyen güçlere karşı liderlerimizi seçme özgürlüğümüz olmalı" dedi..
Bu hakkı korumak için bir Avrupa ajansı kurmayı teklif etti.
Avrupa ajansı teklifi, devletlere seçimlerine yönelik siber saldırıları ve diğer tehditleri azaltmalarına yardımcı olacak,
Ortak sistem ve uzmanlar sağlamayı öngörüyor...
*
Avrupa'nın bu tür bir kuruma ihtiyacı olduğu açıktır.
2016 ABD başkanlık seçimlerini hedef alan siber saldırıların ve yanlış bilgilendirme kampanyalarının izole edilemediğini gösteren önemli kanıtlar bulunuyor.
Bu fenomenin ABD coğrafyasıyla sınırlı olmadığı da biliniyor.
*
İngiltere Brexit referandumunda Rus karışması,
2017'de Katalonya'nın, İspanya'dan bağımsızlığı ile ilgili resmi olmayan referandumunda ileri sürülen sahte haberler,
Alman devlet kurumlarının 2017 parlamento seçimlerinde Rusya'nın bilgisayar sistemlerini hacklediği iddiası,
Litvanya, Estonya ve Tayvan'daki sosyal medyada yanlış bilgilendirme konusunda endişeler, demokrasiye karşı birer tehdit sayılıyor.
*
Rusya'nın, ABD'den Avrupa'ya uzanan seçimleri etkilediği endişesinin ışığında;
2017 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Ulusal Cephe'nin ırkçı ve anti-Semitik geçmişinden dolayı Fransız bankalarından borç alamayışı,
Ama Marine Le Pen' in Kremlin ile bağları olan Çek- Rus Bankası'ndan kredi alması, onun V.Putin ile olan ilişkisindeki sır'a bir işaret kabul ediliyor..
Macron'un sunduğu vizyonda bunun büyük etkisi görülüyor...
*
Bir analizle bu olaylarda vakanın oluş şekli ya da failin yönteminin neredeyse aynı olduğu tesbit ediliyor..
Rusya kendini bu yönteme ilk adapte eden ülkeydi.
Bugün Tayvan yetkilileri, vatandaşlarını Çin'in benzer yollardan uyguladığı algı operasyonlarından korumaya çalışıyor.
Suudi Arabistan, İran, Türkiye ve daha bir çok ülke siber yeteneklerini geliştiriyor.
*
Bu konuda AB üyesi devletlerinin her biri bağımsız olarak siber yeteneklerini geliştirme çabası veriyor.
Hepsi güç politikalarının bir aracı olarak;
Siber saldırılar yoluyla siyasal istihbarat çalmak,
Ya da kilit demokratik olaylara yaklaşımda kuşku uyandırmaya yönelik çevrimiçi sızıntı yapmak çabasındadırlar.
Bu yüzden Macron'un bir ajans kurulması teklifine Avrupa düzeyinden olumlu bir yanıt verilmesinin gerekli olduğu düşünülüyor.
*
Çünkü AB kapsamında bir ülkenin riski yok etmek için bir başına teknik ve yasal bir çözüm uygulaması yeterli değildir..
Küresel doğaları gereği Facebook ve Twitter gibi şirketler demokratik süreçlerin saldırı sistemleridir.
AB odaklı müdahalelere çok uygun bir sorun teşkil ediyorlar.
Bu yüzden AB’nin ekonomik ve küresel gücünü temsil eden bir ajansın demokrasiyi koruma şansının daha iyi olacağı düşünülüyor.
*
Ayrıca bu konuda Avrupa ülkelerinin birlikte çalışması da birbirlerinden öğrenme imkanı sağlayacaktır..
Mesela Litvanya ya da Baltık ülkeleri, askeri ve sivil altyapılarına yapılan sahte haber saldırılarına karşı,
Askeri uzmanlar, gazeteciler ve siyasi analizcilerden oluşturulan bir grupla çalışıyor
Denetleyici olan bu grubun görevi potansiyel olarak ülkelerini dengesizleştirecek hikayeleri ortadan kaldırmaktır.
Coğrafi konumları ve bölgesel stratejilerinden ötürü Litvanya ve Estonya gibi devletler, bu tür bir çözümlemeye uzun süre maruz kalmıştır,
Bugün bu ülkeler sadece farkındalık anlamında değil, yıllardır vatandaşlarını bu tehdit konusunda eğittikleri için de,
Avrupa siyasi tartışmalarında hala eksik olan bağlamı sağlamanın hafızası olarak kabul ediliyorlar...
*
Cumhurbaşkanı E.Macron'un işaret ettiği sorunlara Avrupalı ülkeler bireysel olarak kendi yaklaşımlarını geliştiriyor.
Ancak bu çabaları, bilgelik ve uzman liderliğindeki kaynakları bir araya getirebilecek tek bir merkezi kurum altında bir araya getirmenin önemli açıkltır.
Yine de Macron'un vizyonu, kötü tanımlanmış bir tehdide karşı önemli bir siyasi irade birikimi gerektiriyor...
*
Çünkü Avrupa, bu kurumun hafifletmek istediği riskler nedeniyle;
Büyütülmüş ya da azaltılmış, küçük ve büyük mesela Rus troll hesapları, Fransa'da Sarı Yelekliler Hareket gibi bir dizi krizle uğraşmaya çalışıyor.
Avrupa’da diğer birçok meseleye ilişkin anlaşmazlığın ortasında net ve ortak bir rolle bir ajans oluşturmak, güçlü bir gerektiriyor...
*
Bu çerçevede Türkiye, 31 Mart Yerel seçimlerine giderken,
ABD ve Rusya dengesinde "Seçim Güvenliği " konusu büyük bir önem arzediyor.
Üstelik Türkiye enformasyonel dünyanın satanı değil, alıp-bakan tarafındadır.
*
O yüzden Türkiye'nin seçim güvenliği denildiğinde temel olarak;
Eşit oy ilkesini korumak: Seçmenin baskıya maruz kalmasını engellemek: Oy sayımı için gerekli olan önlemleri almak,
Sonuçların YSK'nın kullandığı SEÇSİS adlı programa aktarılmasına kadar olan sürecte gerekli her tertibatı alması gerekiyor.
*
Ne ki, askeri uzmanlar, gazeteciler, siyasi analizciler ve bilgisayar uzmanlarının yakın takinide Ak Saray'da yerleşik SEÇSİS sistemine yüklenen seçim sonuçlarının,
Eş zamanlı olarak siyasi partilerin genel merkezlerinde görüntülenmesi ve Adalet Bakanlığının UYAP sisteminde yayımlanması süreci;
İşbu enformasyonel dünyada "Satan'ın" hükmünün geçtiği bir evredir ki, bu bambaşka bir işlemdir...
*
ABD ve Rusya bilgi alanında aktif önlemler olarak adlandırdıkları şeylerin ustalarıdır.
İki ülke de harekât alanı olarak kara, deniz, uzayı kapsayan Siber Uzayı en üst seviyede kullanıyor.
Böylece bilgi toplumu ve güç unsurlarının her biri üzerinde kesin etkinlik sağlıyorlar.
*
Bu nedenle Türk seçmeninin siber saldırıların hayal dahi edilemeyecek şeylere neden olabileceğinin tasavvurunda olması gerekiyor.
Çünkü aklın gitmediği her noktada insan değil şeytan bulunuyor...
Nitekim Siber uzayda sayısal teknolojinin gücüyle olgunun manzarası dahi değiştiriliyor...
*
Her iki gücün birbirlerinin meşruluğuyla ilgili kuşkular uyandırmayı amaçladığı bir dünyada;
SECSİS sisteminin sahibi Pan-İslamcı, Cihatçı ve Osmanlıcı Erdoğan'ın da mazisever siyasetine meşruiyet için ölümüne çabaladığını görmek gerekiyor. (20.3.2019)

7 Mart 2019 Perşembe

8 Mart Dünya Kadınlar Günü!.. Türkiye'de İşkence, Saldırı ve Zulme Maruz, Çile Çeken, Feryat Eden, "İMDAT" Çığlıkları Atan, Masum ve Müsemma; Alçak, Kâfir ve Zalimlerin Eline Düşmüş Sahipsiz/Devletsiz Küçücük, Minnacık Kelebekler ve Melekler Misali KIZ ÇOCUKLARI!..

8 Mart Dünya Kadınlar Günü!.. 
Türkiye'de İşkence, Saldırı ve Zulme Maruz, Çile Çeken, Feryat Eden, "İMDAT" Çığlıkları Atan, Masum ve Müsemma; Alçak, Kâfir ve Zalimlerin Eline Düşmüş Sahipsiz/Devletsiz Küçücük, Minnacık Kelebekler ve Melekler Misali KIZ ÇOCUKLARI!..
Bu gün: "8 Mart Dünya Kadınlar Günü" 
Tam da bu alçaklığın, rezillik, kalleşlik ve kepazeliğin; Merhametsiz İşkence ve mezalimin üstüne gitme; Masum ve Meleksi, biçare Kız Çocuklarını "Allah Rızası İçin ve İnsanlık Namına" kurtarma, gafil, mel'un, sapık ve zalimleri en ağır surette cezalandırma zamanıdır. HAYDİ, GERÇEK ANNE, BABA VE İNSANLAR İŞ BAŞINA!..
SEBEP SENSİN. 
"SENİN SUSMAN VE ONLARA EVET DEMENDİR"  
SENİN SUSMAN OLANLARA EVET DEMENDİR!.....
"Gazete, Sosyal Medya ve Ajanslardan Alıntıdır 
(07.03.2019-eturkiyeyizbiz@googlegroups.com)"

Bolu'da imam nikahıyla evlendirilen 11 yaşındaki kız çocuğunun sekiz aylık hamile olduğu ortaya çıktı.

Samsun'da otomobil çarptı diye koma halinde hastaneye getirilen 14 yaşındaki kız çocuğunun, imam nikahlı eşi tarafından odunla dövüldüğü, sonra da kaza süsü vermek için motosikletle üzerinden geçildiği anlaşıldı.

Ordu'da 13 yaşındayken para karşılığında evlendirilen kız çocuğu, sürekli dayak yediği 40 yaşındaki herifin evi terketmesi üzerine, kendi ailesi tarafından kabul edilmedi, henüz 17 yaşındayken üç çocuğuyla ortada kaldı.

Gaziantep'te özel hastanede 18 yaşında birinin kimliğiyle doğum yaptırılan kız çocuğunun, aslında 12 yaşında olduğu tespit edildi.

Adana'da 13 yaşındaki kız çocuğuna düğün yapıldı. Sakarya'da kuzeniyle evlendirilen 15 yaşındaki kız çocuğu, evden kaçıp polise sığındı.

Tekirdağ'da bir noterin, 14 yaşındaki kızlarını evlendirmek isteyen ana-babaya muvafakatname verdiği belirlendi.

Tokat'ta evlendirilen 12 yaşındaki kız çocuğunun dört aylık hamile olduğu anlaşıldı.

Ağrı'da 16 yaşında evlendirilen kız çocuğu, işkence yapılmış, tuvalette eli kolu bağlanmış halde bulundu.

İzmir'de 12 yaşında evlendirilen kız çocuğu, sezaryenle doğum yaptı.

Adana'da imam nikahıyla evlendirilen 16 yaşındaki kız çocuğu, trenin önüne atladı.

Korunması Gereken Çocuklar Sempozyumu'nda konuşan Gümüşhane Üniversitesi öğretim üyesi, bizzat yaşadığı hadiseyi anlattı, “yol kenarında bir kız çocuğunu kucağında bebeğiyle ağlarken gördüm, 16 yaşındayken evlendirilmiş, anne olmuş, bebeğinin eli yanmış, ne yapacağını bilmiyor, bebeğiyle birlikte ağlıyordu, aslında orada bir anne ağlamıyordu, iki çocuk ağlıyordu” dedi.

Kayseri'de para karşılığında evlendirildiği herif tarafından sokağa atılan, kamyonet kasasında yaşayan 15 yaşındaki kız çocuğu, av tüfeğiyle canına kıydı.

Konya'da 16 yaşındayken evlendirilen kız çocuğu, inşaatın yedinci katından atladı.

Siirt'te dünyaya geldi, ismi Kader'di, 12 yaşında evlendirildi, 13 yaşında anne oldu, 14 yaşında canına kıydı, adı üstünde kaderi böyleymiş denildi, geçildi.

12 yaşındayken iki bilezik karşılığında 40 yaşındaki evli herife kuma verildiği ortaya çıkan kız çocuğu “yanına yatmaya korkardım, bana oyuncak almayınca ağlardım” dedi.

11 yaşındayken 40 yaşındaki herifle evlendirilen kız çocuğu “çocuk doğuramıyor diye dövüldüğünü, üç dört sene kaynanasının koynunda yattığını” söyledi.

30 yaşında biriyle evlendirilen 13 yaşındaki kız çocuğu, seneler sonra gazete röportajında anlattı: “İlk gece beni tek başıma odaya soktular, korkudan bayıldım, kolonya verdiler, evlendirildiğim kişi odaya geldi, ‘hadi gel seninle evcilik oyunu oynayalım' dedi, bu cümleyi hayatım boyunca unutmayacağım…”

12 yaşındayken okulundan alınıp, başlık parası karşılığında 50 yaşındaki herifin koynuna sokulduğu anlaşılan kız çocuğu “derslerim çok iyiydi, rüyamda sürekli mezun olduğumu, diploma aldığımı görüyorum” dedi.

Henüz 14 yaşındayken 10 bin lira karşılığında, beş çocuk, dokuz torun sahibi 70 yaşındaki herife verilen kız çocuğu, seneler sonra bu konuda araştırma yapan üniversite ekibine anlattı, “annemi asla affetmeyeceğim, hayatımı değiştirme imkanım olsaydı, en önce babamı değiştirirdim” dedi.

Akp hükümeti, işte bu sapıklara af kanunu çıkarmaya çalışmıştı.

Geceyarısı sessiz sedasız meclisten geçirirken muhalefet partilerine yakalanan adalet bakanımız “bunlar tecavüzcü değil, cinsel istismar suçunu zorla işlemiş kişiler değil, tamamen ailelerin ve küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” demişti.

Adalet bakanımızın “küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” dediği işler, işte bu işlerdi!

Ve bu işler… Sadece ahlaksız babalar, utanmaz dünürler, sapık damatlarla yapılmıyordu. İmamlarla yapılıyordu.

Çünkü, imamlar nikah kıyıyor, imamlar onaylıyordu.
Babalar istedikleri kadar ahlaksız olsun, dünürler istedikleri kadar utanmaz olsun… İmamlar rıza göstermese, bu insanlık suçu işlenemezdi.
İmamlar, nikahını kıy diye kendilerine getirilen kız çocuklarını polise, jandarmaya, savcıya bildirse, bu talihsiz kız çocukları, babaları hatta dedeleri yaşındaki sapıkların yatağına sokulamazdı.
İmamlar, bu işlerin olmazsa olmazıydı.

Sapıklara af kanunu çıkarmayı başaramayan hükümetimiz ne yaptı?
İmamlara resmi nikah kıyma yetkisi verdi.

Ve, İstanbul'da ortaya çıktı… Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne son beş ayda 15 yaşından küçük 115 hamile çocuk getirilmiş, polise bildirilmemiş, basına yansıyana kadar soruşturma bile açılmamış, üstü örtülmüş, sırf bu hastaneye yılda 500'ün üzerinde hamile çocuk getiriliyormuş.

Bu ‘milli utanç' vesilesiyle tekrar soruyorum…
Bu çocuklara imam nikahını kimler kıydı?
Bu çocukların sapık heriflerin koynuna sokulmasına kimler dinimiz adına onay verdi?

Sayın hükümetimiz tarafından resmi nikah kıyma yetkisi verilen imamlar olmasa, Türkiye bu dünya çapındaki ‘hamile çocuklar' utancını yaşar mıydı?

BENCE ÇÖZÜM:
16 yıl bütün ihaleleri yandaşlara verdiniz
16 yıl hep yandaşların borçlarını sildiniz
16 yıl hep yandaşları işe aldınız
16 yıl yapılan her işten komisyon alıp cebinizi doldurdunuz.
Beka sorunumuz yok ama sizlerin ikbal ve istikbal endişesi var.

UYANMAK YETMEZ, UYANDIRMAK DA LAZIM.
DİN İMAN SOSLU YALANLA TALANA DEVAM EDİLİRSE, ORTADA RİYAKAR VE SAHTEKAR DOLANDIRICILAR VE ŞARLATANLARDAN BAŞKASI KALMAZ.
OKUMUŞ VE OKUMAMIŞ CAHİLLERE GÖRE SÖZÜM YOKTUR.
ETKİ AJANLARIYLA DA MUHATAP DEĞİLİM.
SÖZÜM "DÜRÜST, MAKUL, ORTA ZEKALI" VE MÜSTEMLEKE MÜLTEZİMLERİNCE UYGULANAN SOSYO-EKONOMİK POLİTİKALARLA FAKİRLEŞTİRİP AKLINI, HAYSİYET VE ŞEREFİNİ, KİMLİK VE KİŞİLİĞİNİ HALA KAYBETTİREMEDİĞİ KİMSELEREDİR

17 Ocak 2019 Perşembe

Cumhur İttifakı, “devlet projesi” ve egemen sınıfların krizi (BİRGÜN.NET.06 Ocak 2019-Pazar)

Cumhur İttifakı, “devlet projesi” ve egemen sınıfların krizi 
(BİRGÜN.NET.06 Ocak 2019-Pazar)
AKP’nin siyasal anatomisinde yer alan ve daha önceki hükümetler dönemine ait olmayan ideolojik (siyasal İslam) ve siyasal (16 yıl ve Başkanlık sistemi) özgünlükler hiç kuşkusuz iktidar momentini biçimlendirmektedir ancak ‘form’a esas ‘özgünlüğü’ partinin temel sınıfsal karakteri kazandırmaktadır
KANSU YILDIRIM
2019 yılı –emekçi sınıflar kadar– Türkiye’deki egemen sınıflar ve siyasi iktidar açısından da zor bir yıl olacak. Sadece ekonomik krizden kaynaklanan ve bunun siyasal pratiklere (seçmen davranışına) yansımalarına indirgenemeyecek olan yapısal sorunların sayısı artacağı gibi bu sorunlar çeşitlenecek de. Bu durumu belirli bir akış dâhilinde özetlememiz mümkündür.
•••
AKP-MHP ittifakı ya da nam-ı diğer Cumhur İttifakı, 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL döneminden sonra siyasal yaşamın kritik bir döneminde iktidar ortağı oldular. Aslında bu iki parti, 1980 sonrası toplumsal hayatın her hücresine yerleştirilmeye çalışılan Türk-İslam Sentezinin vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıktı demek yanlış olmaz. Siyasal İslam ve milliyetçiliğin güncel sentezi, OHAL gibi kritik bir dönemeçte iktidar bloku içerisindeki ideolojik konsolidasyonu sağladığı kadar, kamu bürokrasisinde de kadro düzeyinde bir yenilenme anlamını taşıdı. Bu noktada şu görüş ileri sürülebilir: AKP ve MHP arasındaki asimetrik birlikteliğe dayanan bu pragmatik ittifak süreci, bir bakıma da iktidar bloku içerisindeki egemen sınıfların varoluş koşullarını korumaya dönük sınıfsal reflekslerinin ürünüdür. Sorulması gereken soru ise bu ittifakın herhangi bir projesinin gerçekten mevcut olup olmadığıdır.
•••
Türkiye’deki devlet biçimine dair analizlerde giderek yaygınlık kazandığı gözlenen bir yanılgı mevcut ve söz konusu yanılgı, AKP iktidarının kendinden menkul bir ‘form’a sahip olduğu tezinden kaynaklanıyor. Gerek devlet yönetiminde gerekse de sermaye fraksiyonlarıyla kurulan ilişkilerde partiye atfedilen aşırı/abartılmış ‘özgünlük’ bu yanılgıyı perçinlemektedir. AKP’nin siyasal anatomisinde yer alan ve daha önceki hükümetler dönemine ait olmayan ideolojik (siyasal İslam) ve siyasal (16 yıl ve Başkanlık sistemi) özgünlükler hiç kuşkusuz iktidar momentini biçimlendirmektedir ancak ‘form’a esas ‘özgünlüğü’ partinin temel sınıfsal karakteri kazandırmaktadır.
AKP iktidarı, 12 Eylül Darbesinden sonra yerleştirilmeye çalışılan ve ideolojik kertede Türk-İslam Sentezinin, siyasal kertede başkanlık projesinin, ekonomik kertede finansallaşmaya dayalı birikim rejimi modelinin başlıca taşıyıcısı ve yürütücüsüdür. ‘Özgünlük’ olarak görülen öğelerin tümü aslında neoliberal dönemin ilk yıllarında mayalanmıştır ve bugün artık bu maya tutmuştur. Bu öğeleri sıralayacak olursak:

a) Siyasal İslam’ın son birkaç yılda ‘siyasal din’ formunu alması, buna bağlı olarak gündelik yaşamdaki maddi ilişkileri tanzim etmesi ve Cumhur İttifakı eşliğinde milliyetçi eksene de yerleşerek Türk-İslam Sentezinin hâkim şekline dönüşmesi…

b) 12 Eylül’den sonra başta cunta, ANAP/Turgut Özal ve TÜSİAD çevrelerinin üzerinde çalıştığı, yürütmede aşırı merkezileşmenin ve yoğunlaşmanın planlandığı başkanlık monokrasisi projesinin bugün atipik bir modelle de olsa uygulanmaya konulması…

c) 1980’lerin sonunda başlayan finansal serbestleşmenin AKP döneminde derinleşmesi; 2001 yılında TCMB yasasının değiştirilmesi ve Bankanın ‘bağımsızlaşması’ ve ‘fiyat istikrarını sağlamak’ (enflasyonla mücadele) amacının yerleştirilmesi; bu doğrultuda AKP’nin 2005 yılında IMF programını yenilemesi…1
•••
Gerek Anayasa yapım süreçlerinde ve Anayasa referandumlarında, gerekse de kamu mimarisinin başkanlığa entegrasyonunda AKP’nin keyfi hareket etmediğini tersine aslında belirli bir sermaye projesini kademeli biçimde uygulamakta olduğunu görmemek, bugün artık olanaklı değildir. Erkler (Yasama-yürütme-yargı) arasındaki bütünleşmenin 2010 Referandumu ile hızlandırılması, devletin zor ve güvenlik aygıtlarının birbiri ardına hazırlanan paketlerle ‘iç güvenlik’ konseptine göre dizayn edilmesi, parlamenter sistem çalışmaktayken yasama sürecinde tek sesliliği arttıran torba yasa tekniği ve kararnameler aracılığıyla, OHAL dönemi Kararnameleri (bürokratik tasfiyeler) ve TMSF aracılığıyla piyasaya müdahale mekanizmalarının arttırılmasını aynı anda yürütebilen bir strateji izlenmiştir.

Söz konusu stratejiler, Bob Jessop’ın belirttiği şekliyle söylersek, ‘devlet projesi’ etrafında somutluk kazanmaktadır. Devlet aygıtı, sürekli oluşum halinde olan, çatışmalı, melez bir yapıdır ve formel eş biçimliliğin sağlanabildiği durumlarda bile kurumsal bütünlüğe haiz bir içsel somut birliğe sahip değildir.2 Farklı sınıf fraksiyonlarının ve bunların siyasi temsilcilerinin birden çok sayıda çıkarı ve talebi bulunmakta, kimi zaman söz konusu sınıfların projeleri arasında rekabet yaşanmaktadır. Bu doğrultuda, aslında her sınıfın özgül bir ‘devlet projesi’ olduğu, hâkim olan projenin baskın hale geldiği ve devlet iktidarı aracılığıyla somutluk kazandığı söylenebilir. Jessop’a göre, devlet projeleri, verili bir devletin dışında toplumsal güçlerle ittifak yapan aydınlar aracılığıyla oluşturulabilir, devlet aygıtları içerisinde detaylandırılabilir, başka bir projeden kopyalanabilir. Sürekli ve dayanıklı projeler ise anayasal anlaşma veya kurumsal uzlaşmaya gömülü olanlardır.

Devlet projesi kavramı, temsilden ziyade özgün bir yönetimsel rasyonaliteye işaret eden, devletin farklı alanlardaki ve farklı ölçeklerdeki çeşitli eylemlerini tek bir vektörel doğrultuda birleştirmeye çalışan bir tür siyaset etme mahareti [statecraft] ile ilişkilidir. Jessop’ın bu perspektifini takip edersek, AKP farklı tarihsel dönemlerde birbirinden hayli farklı toplumsal öznelerle işbirliği yaparak ve gerektiğinde onları tasfiye ederek, yeri geldiğinde ilgili dönemi Anayasa hazırlıkları ve referandumlarla bağıtlayarak hâkim projeyi görece istikrarlı “sürekli ve dayanıklı” hale getirmiştir. Anayasa metinleri de hâkim devlet projesinin normatif ifadesidir.

AKP ve MHP arasındaki asimetrik birliktelik, darbe girişimi sonrasında “milletin ve devletin bekası” odaklı bir formülasyona dayanmasına karşılık, esasen AKP’nin yürütücü pozisyonda olduğu ‘devlet projesi’nin siyasal ayağını oluşturmaktadır. Siyasal ayak, 16 Nisan Referandumundan sonra başkanlık sistemi ile nihai formuna kavuşmuş, devlet idaresi ve aygıtları buna göre yeniden düzenlenmiş, burjuva sınıf fraksiyonları (TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, sanayi-ticaret odaları) başkanlık projesi etrafında konsensüse varmışlardır.
•••
Türkiye egemen sınıfları açısından yeni sistem, doğrudan iş adamı ve iş kadınlarından oluşan bir kabineyle her ne kadar sermaye birikimi önündeki bürokratik sürtünmeyi azaltsa ve grev yasaklarında olduğu üzere sınıf zorunu örgütleme kolaylığı sağlasa da, üç temel gösterge burjuva sınıf konsensüsün kırılganlığının, daha doğru bir ifadeyle sermaye fraksiyonları arasındaki gerilimin artacağına işaret etmektedir:

Birinci gösterge inşaat odaklı büyüme modelinin içerisinde bulunduğu krizdir. Uzun zamandır inşaat sektörü temsilcilerinden yükselen çağrılar, konut balonunun patladığı yönündedir. Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği’nin “Aralık 2018 Sektör Raporu”na göre iç pazarda daralma yaşanırken ihracat ivme kazanıyor; inşaat faaliyetlerini sınırlayan finansman sıkıntıları sürüyor; inşaat sektörü birkaç yönden mali sıkışıklık yaşıyor; talepteki ve satışlardaki gerileme ile birlikte nakit akışlarında önemli bir daralma yaşanıyor. Üstelik ekonomideki büyümeye karşın inşaat sektörü üçüncü çeyrekte yüzde 5.3 küçülmüş durumda ve ayrışmanın dördüncü çeyrekte de süreceği tahmin ediliyor. Rapora göre yeni banka kredilerini kullanma olanağının da hemen hemen kalmadığı görülüyor; artan inşaat maliyetleri nedeniyle işletme sermayesi ihtiyacı yükseliyor; mevcut banka kredi borçlarının geri ödenmesinde artan döviz kurları ve faizler nedeniyle sıkışıklıklar yaşanıyor. Sektör, inşaat sektörünün “2019 yılına biriken yapısal sorunları ile girdiğini”, “inşaat ve konut sektörlerinde talep ve finansman tarafında süreli ve geçici destekler yerine, kalıcı bir dengenin kurulması için yeni politikalara” ihtiyaç olduğunu belirtmiştir.

İkinci gösterge konkordato ilanlarıdır. Konkordato ilanında en önemli etken olarak TL’nin 2018 yılında dolar karşısında yüzde 30’a yakın değer kaybetmesi gösterilmektedir. Ticaret Bakanı konkordato ilan eden şirket sayısını Aralık 2018 itibariyle 979, TBMM Adalet Komisyonu Başkanvekili Yılmaz Tunç ise geçen yılın son 8 ayında konkordato ilan eden şirket sayısını 1.401 olarak duyurdu. 2003 yılında yürürlüğe giren iflas erteleme, OHAL ile askıya alınmış ve 15 Mart 2018’te yürürlüğe giren bir torba yasa ile tamamen kaldırılmıştı. Atilla Yeşilada gibi ekonomi yazarlarına göre bu süreç “ölüm döngüsü”nün ardışık iki fazını oluşturmaktadır. Ana firma borçlarını ödemeyince, ona mal satan onlarca küçük tedarikçi darboğaza girmekte, bankaların geri dönmeyen kredileriyse döngünün ikinci fazını oluşturmaktadır. “Yeniden yapılandırma borçluları öyle cesaretlendirmiş ki, 3.2018 sonunda ödenen/tahakkuk eden kredi faizi oranı yüzde 70’in altına düşmüş. Yani bankaya nakit girmiyor. Nakit girmeyince banka da kredi veremiyor. Tarihi bir kredi daralması yaşıyoruz.” (Bazı şirketler: Karaca Giyim, Ulusoy, Pamukkale, Hotiç, Keskinoğlu Tavukçuluk, Aynes, Angora Halı, Emay İnşaat, DSG inşaat, Remoil, Makro Market, Dizayn Boru, Aker İnşaat, BETA Ayakkabı, vd.)

Üçüncü gösterge ise istihdam yaratan ve yatırım yapan sermayenin ülkeden çıkışının hızlanmasıdır. TEPAV’ın Aralık 2018’de yayımladığı “Türkiye’ye Gelen ve Türkiye’den Giden Doğrudan Yatırımlardaki Gelişmeler”3 araştırmasına göre ODI: Yurt dışına giden, FDI: Yurt içine gelen doğrudan yatırımlar demektir. ODI/FDI oranındaki yükseliş̧, yerleşiklerin yurt dışına yönelişinin, yabancıların yurt içine yönelişinden daha hızlı arttığını göstermektedir. ODI/FDI oranı alt dönemler itibarıyla incelendiğinde, 2002-2007 dönemindeki azalan trendin, 2008-2018 döneminde yön değiştirerek artışa geçtiği dikkat çekmektedir (Şekil 1). Söz konusu oranın bu dönemlerdeki ortalamasına bakıldığında 2002-2007 döneminde gerçekleşen yüzde 15,7’lik seviyenin, 2008-2018 döneminde yüzde 25,9’a, 2012-2018 döneminde ise yüzde 31,8’e yükseldiği görülmektedir. TEPAV’ın araştırmasına göre “son yıllarda ODI/FDI oranında gerçeklesen bu yükseliş̧, bir yandan Türkiye’nin doğrudan yatırımlar için cazibesini kaybetmeye başladığını gösterirken, bir yandan da yurt içindeki yerleşiklerin yurt dışındaki fırsatları daha yakından takip etmeye başladığına işaret etmektedir.”

New York Times’ta haberleştirilen, “Global Wealth Migration Review” araştırmasına dayanan bulgulara göre 2016 ile 2017 yılları arasında, Türkiye’nin varlıklı diliminin yüzde 12’sine denk gelen, en az 12 bin dolar milyoneri, servetlerini yurt dışına aktardı. Konkordato ilan eden şirketler ve servetlerini yabancı ülkelere transfer edenler sermaye içerisinde de bir gerilimin parçası olmaya başlamışlardır. Örneğin NG Holding Kurucu Başkanı Nafi Güral, konkordato ilan eden şirketlerin 10’da 9’unu samimi bulmadığını, Londra’daki arsasını satsa borçlarını ödeyebilecek durumda olanların dahi konkordato ilan ettiğini, yurtdışına sermaye kaçıranların “vatana ihanet eden kesim” olduğunu dile getirmişti.4
•••
Karl Marx, siyasal örgütlenme biçiminin ekonomik örgütlenme biçimine karşılık geldiğini belirtmişti. Başkanlık sisteminin yani devlet projesinin siyasal ve yönetimsel etabı tamamlanmasına karşılık, sistemin üzerinde yükseleceği ekonomik kolonlar kriz koşulları ile birlikte artık istikrarlı bir yapıda değildir. Jessop’a dönersek, devlet projesi belirli politika alanlarındaki kararları ve bu kararlar arasındaki siyasal uyumu biçimlendiren kamu politikası oluşturma paradigmalarına eklemlenir. Bugün potansiyel bir siyasal krizi, kitle bağları, sosyal yardım rejimi, hamaset ve propaganda ile geçici olarak aşma olanağı varsa da aynı olanak ekonomik krizi aşmak için geçerli ve yeterli değildir; böyle bir kamu politikası bulunmamaktadır. İnşaat odaklı büyümenin tıkanışı, şirket iflaslarının artışı ve sermaye çıkışının hızlanması göstermektedir ki, yangın alarmı çalmakta ancak kovada su bulunmamaktadır.

AKP’nin ve asimetrik ortağı MHP’nin önündeki en büyük sorunsal, iktidar bloku içerisindeki sınıf fraksiyonlarının gerilimlerini bastırabilmek ve krizi atlatabilmek üzere yeni bir birikim rejimine kapı aralayabilme zorunluluğudur. Daha önceki bir yazımızda5 belirttiğimiz üzere yeni birikim rejiminin asal öğelerinden birisi askeri-sınai kompleks temelli bir sanayileşme programı tercihi olsa dahi, iktidarın mevcut gidişatına bakarak eldeki kadrolarla bu programı gerçekleştirebilme olasılığı hayli düşük görünmektedir. Kriz de egemen sınıfları bu yönüyle, yine bir sermaye birikim rejimi yetmezliği üzerinden vuracaktır.

1 Korkut Boratav, “Ekonomik kriz forumu: Çarkın dönmesi imkansız, yolun sonu IMF”, BirGün, 05.08.2018
2 Bob Jessop, Devlet: Dün Bugün Gelecek, çev. Atilla Güney, Epos Yayınları, Ankara, 2018.
3 TEPAV, Aralık 2018, www.tepav.org.tr/upload/mce/haberler/2018/odi_fdi/turkiyeye_gelen_ve_turkiyeden_giden_dogrudan_yatirimlardaki_gelismeler__aralik_2018.pdf
4 “Londra’daki arsasını satsa borcunu öder”, Sabah, 1.1.2019.
5 Kansu Yıldırım-Ebubekir Aykut, “Devlet, birikim rejiminin sancıları ve askeri-sınai kompleks”, BirGün, 12.08.2018

8 Ocak 2019 Salı

Ata’nın ölümcül hastalığı ve Yılardır Israrla Sürdürülen İğrenç Bir Yalan, Korkunç Bir İftira Furyası ve Düşanca Kampanya!.. "Atatürk Alkolden Değil Sıtmadan Öldü" Op.Dr. Aytekin ERTUĞRUL 7 Ocak 2019 Pazartesi, Ankara

Ata’nın ölümcül hastalığı ve yılardır ısrarla sürdürülen iğrenç bir yalan, karalama kampanyası ve korkunç bir iftira!
"Mustafa Kemal ATATÜRK Alkolden Ölmedi, Sıtmadan Öldü."
Op.Dr. Aytekin ERTUĞRUL
Ankara: 7 Ocak 2019 Pazartesi
Türk milleti artık Atatürk’ün sıtmadan öldüğünü öğrenmiş ve kabul etmiştir. Bunun aksini savunmak boş bir gayrettir. Atatürk sıtmadan öldüğü halde, “alkolik sirozdan öldü” diye tarihe gerçekdışı not düşen dahili ve harici bedhahlardan, bu yanlışı okul kitaplarından çıkarmayanlardan Türk milletinin hesap sormakla mükellef bulunduğu asla unutulmamalıdır.
KONU HAKKINDA İLK YAZIMIZ, KAYNAKLAR VE BELGELER
‘Atatürk Alkolden Değil Sıtmadan Ölmüştür’ başlıklı Türkiye’de konu hakkındaki ilk yazımız ‘Birlik (*)’ dergisinin Ocak 1999 tarihli 119. sayısında yayımlanmıştır. Aradan tam 20 yıl geçmesine rağmen tersini savunan bir yazı bile yazılamamıştır. Konu Türk milletine mal olmuştur.
Atatürk’ün ölümcül hastalığı hâlâ daha ne yazık ki bazı küçük kesimlerde tartışılmaktadır. Bir şeyin tartışılması demek o şeyin kesin doğruluğuna ulaşılamamış veya açıklığa kavuşmamış olması demektir.
Ancak Atatürk’ün ölümcül hastalığı için bu genel kural doğru değildir. Bu konu kesinlik kazanmıştır. Yani Atatürk’ümüzün sıtmadan öldüğü kesindir. Ancak konu tartışılmakta ve yapılan yanlışta ısrar edilerek yaratılmış olan karmaşa devam ettirilmektedir. Bu yanlışın devamında ısrarlı olanlara rağmen artık Türk milleti Atatürk’ün alkolik sirozdan değil de sıtmadan öldüğüne dair belge, delil ve yayınlara kavuşmuştur.
Özetlersek: “Kaynakça 2’de belirtilen Agoni kitabı yayımlanmıştır. Aynı yazar “Atatürk Nasıl Öldürüldü” adı altında bir araştırma daha yayınlamıştır.
Hava Kuvvetleri Dergisinin Haziran 2004 sayısında,
Cumhuriyet gazetesinin 10 Kasım 2003 sayısında ve Milliyet Gazetesinin 13 Kasım 2002 sayısında bu konuyu açıklayan makale ve görüşlerimiz yer almıştır.
Türk milleti artık Atatürk’ün sıtmadan öldüğü gerçeğini öğrenmiş ve kabul etmiştir. Bunun aksini savunmak boş bir gayrettir.
Delillerimizi sıralayalım
Daha önemlisi Atatürk sıtma sirozu olmasına karşın alkolik siroz diye yanlış teşhis konulduğundan tedavisi de eksik ve yanlış yapılmıştır. Basit bir splenektomi (dalağın çıkarılması) uygulanmamıştır. Karındaki sıvıyı boşaltmak amacıyla günümüzde hiç geçerliği olmayan salyrgan (civalı diüretik) kullanılması insani ürküten bir uygulamadır. Artık uygulamadan kalkmıştır.
Atatürk o sırada İsviçre’de buluna manevi kızı Afet İnan’a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu: “Vaziyetim şudur, Yanlış görüş ve hükümler sebebiyle hastalığım durmamış ilerlemiştir.” Önce Atatürk’ün sıtmadan öldüğüne dair delillerimizi tekrar sıralayalım. Bu konuda en yetkili ve güvenilir kaynak Prof. Dr. Bedii Şehsuvaroğlu’nun kitabıdır. (1)
Adı geçen kitaba göre Atatürk iki defa sıtma geçirmiştir. Samsun’a çıktığı zaman da sıtma nedeni ile İntaniye Uzmanı Tbp. Bnb. Refik Saydam tarafından tedavi edilmekte idi. 3 Ağustos 1938 tarihinde Atatürk’e aşağıdaki doktorların katılımı ile büyük ve önemli bir muayene ve konsültasyon yapılmıştır. Konsültasyon Heyeti: Dr. Bergaman, Dr. Epinger, Dr. Neşet Ömer İrdelp, Dr. Nihat Reşat, Dr. M. Kemal Öke, Dr. Mehmet Kamil, Dr. Süreyya Hidayet, Dr. Abramaya ve Dr. Akil Muhtar. Yapılan konsültasyon özeti aşağıdadır.
“Atatürk’te asit yapmış siroz hali bulunduğu bunun nedeninin evvelce iki defa geçirdiği sıtmanın etkisinin ve payının bulunmadığının söylenemeyeceği,
Hastanın ateşinin yüksekliğinin aynı hastalığın varlığı ile izah edilebileceği, Karaciğerin kosta (göğüs kafesinin alt kenarı) kenarlarını geçtiği dalağının büyük olduğu tespit edilerek aşağıdaki tedavi önerilmiş ve uygulanmıştır.”
Karındaki, asit salyrgan şırıngaları ile giderilmeye çalışılacaktır.
2-3 defadan sonra karından ponksiyon yapılacaktır.
3- Ateş için piramidon verilecektir.
4- Kinin tedavisi yapılabilecektir
5- Hafif müsekkin ilaçlar verilecektir.
6- B vitamini verilecektir.
Bu tespitler Atatürk’ümüzde mevcut olan sirozun daha evvel geçirdiği sıtma ile ilgili olduğu hususunda bir tereddüt bulunmadığını göstermektedir. Bu nedenle de kinin tedavisi uygulanmıştır. Atatürk için 1937-38 yılları içinde İstanbul eczanesinden 42 kutu kinin alındığı belgelenmiştir. (2)
3 Ağustos 1938’de sıtma sirozu olan bir insanın 3 ay bir hafta sonra alkolik siroz olması mümkün değildir. Ayrıca dalağın büyük oluşu da kesinlikle alkolik siroza uygunluk göstermediği gibi alkolik sirozun olmadığının bir delilidir.
Bilim kabul etmemektedir
Prof. Dr. Sait Kapıcıoğlu Güncel Gastroenteroloji dergisinin 1997 Ekim sayısında aynen şunları yazmaktadır: “Türk halkı Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atatürk’ün alkole bağlı siroz hastalığından öldüğünü bilir. Çünkü sirozun alkolden olduğuna inanır. Oysa bunun doğru olmadığı bu günkü bilgilerimize göre ortaya çıkmıştır...”
Bilim, Atatürk’ün ölümcül hastalığının alkolik siroz olabileceğini kabul etmemektedir.
GATA’da uzun yıllar Halk Sağlığı Kürsüsü Başkanlığı yapmış olan Prof. Dr. Necip Berksan aynen şöyle demektedir: “Atatürk Kurtuluş Savaşı yıllarında hiç içki içmemiştir. İçki içtiği zaman bile hareketleri ve konuşma düzeni hiç bozulmamış, fikir ve düşüncelerini gayet sağlıklı bir biçimde ortaya koymuştur. Bu gözlemler bırakınız Atatürk’ün siroz olacak kadar içmesini, sarhoş olacak kadar bile içki içmediğini gösterir...” (4)
Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı, Hastalıkları ve Ölümü adlı kitabında (3) Atatürk’ün sağlık takvimini yayımlamıştır. Bu takvime göre konumuzu ilgilendiren saptamalar şöyledir.
• 1896 Manastır Askeri idadisine(ortaokuluna girişi ve sıtmaya yakalanması)
• 20-22 Eylül 1915 sıtmadan yatması
• 28 Ağustos 1918 Nablus’ta sıtmanın nüksetmesi.
• 20 Eylül 1919 Atatürk’ün Sivas’ta sıtmasının nüksetmesi.
Okul kitaplarından çıkarılmalı
Görülüyor ki Atatürk’ün birden fazla sıtma geçirdiği konusunda da bir tartışma yoktur. 3 Ağustos 1938 günü bu hususu teyit ederek tedavi uygulanan Atatürk’ümüze 10 Kasım günü alkolik siroz demek ne bilimsel bir karardır ne de insafla, akılla, mantıkla bağdaşır bir karardır. Atatürk’ün ölüm raporunu imzalayan yabancı ve Türk doktorlarının 3 Ağustos konsültasyonunu yapanlar aynı kişilerdir. (1) Bir istisna ise Dr. Asım Arar’dır. 10 Kasım ölüm raporunda imzası vardır. 3 Ağustos’taki raporda imzası yoktur.
Atatürk, Türk ve Dünya tarihinde önemli bir devir açmıştır. Bu nedenle bu büyük insanın karşıtları ülkeler, devletler ve dahildeki işbirlikçilerinin Atatürk’ün ölümünün sıtmadan ileri gelmesine karşın alkole bağlanmasıyla manevi kişiliğinin zedelenmesini amaçladıklarını söylemek, akıldışı bir sav değildir. Tam aksine aklın ve bilimsel düşüncenin bir sonucudur. Artık bu yanlışı okul kitaplarından da acilen çıkarmak Türk Hükümeti ve TBMM için kaçınılması mümkün olmayan bir görevdir.
Atatürk sıtmadan öldüğü halde alkolik sirozdan öldü diye tarihe gerçek dışı not düşen dahili ve harici bedhahlardan, bu yanlışı okul kitaplarından çıkarmayanlardan Türk milletinin hesap sormakla mükellef bulunduğu asla unutulmamalıdır.
KAYNAKÇA
1- Prof. Dr. Bedii Şehsuvaroğlu: Atatürk’ün Sağlık Hayatı. Hür Yayınları 1981- İstanbul (Milli Kütüphane 1981-AD-1175) S. 26 ve 42
2- Ogün Deli: Agoni: Lazer Ofset Yayınları. Ankara 2004
3- Dr. Eren Akçiçek: Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü. İzmir Güven Kitapevi 2005
4-Kuva-yi Milliyede Yeni Ufuklar. Kasım -Aralık 1998- 277. Sayı
(*) Birlik Dergisi: TESUD Genel Merkezi yayın organı
Op. Dr. Aytekin Ertuğrul

1 Kasım 2018 Perşembe

KİRLİ OYUN, KALLEŞLİK VE HAİN TUZAK (I)., İHANETİN SECERESİ; DEŞİFRE VE KODLARI (II)., GAFLET, DALÂLET VE HIYANET (III)., PERİNÇEK'İN ÖZERKLİK PROGRAMI: DEMOKRATİK FEDERAL EMEKÇİ CUMHURİYETİ., GAFLET, DALALET VE HIYANET (IV).., Mustafa Nevruz SINACI (Ankara: 21 MART 2013 PERŞEMBE)

KİRLİ OYUN, KALLEŞLİK VE HAİN TUZAK (I)
Mustafa Nevruz SINACI
Tarih boyunca, düşman tarafından, alnından vurulmuş bir Türk görülmemiştir.
Türk’e düşmanlık edecek kadar alçak; Medeniyet, adalet ahlâkı, hakkaniyet, huzur ve hukuk yoksunu cani, gaflet, dalâlet ve hıyanetle malul sömürgeci zalimler, O’nu daima kalleşçe ve sırtından vurarak hançerlemişlerdir. Daha açık bir deyimle: Türk Milletinin düşmanları asla dürüst ve mert değil; “ekmeğini yiyip, kuyusunu kazan, tuzak kurup gözünü oyan cinsinden” olabildiğince kancık, din tüccarı, siyaset simsarı, imansız ve kalleştirler.
Bu nedenle atalarımız, “Sinsi, alçak- dessas ve kalleş dostlarımız olacağına, dürüst ve mert düşmanlarımız olsun daha evlâdır” diyerek; Asırlardır maruz kaldıkları gizli kalleşlik, dış güdümlü isyan, işbirlikçilik, iki yüzlülük ve menfur ihanetleri hayıfla dile getirmişlerdir. Dâhili ve harici bedhahlara dikkat çekmek için kullanılan “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” Ata Sözü de bunu en iyi ve en bariz şekilde kanıtlar mahiyettedir.
Dolayısıyla AtaTürk’ün: (tam ve orijinal haliyle) “Türk demek: Türk’çe konuşmak, Türk’çe düşünmek ve Türk’çe yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene.” vecizesi, bu anlam ve bağlamda “daima akılda tutulması, icabına uyulması ve her ne pahasına olursa olsun mutlak surette gereğinin yapılması zorunlu” bir emir, emanet ve vasiyettir. Keza, bu vasiyete uymak ve kıskançlıkla uygulamak meşru bir hak; Karşı olan, karşı koyan ve bu umdeye gizli yahut açık muhalefetle hayat hakkı tanımak istemeyenlerle kıyasıya mücadele de “meşru müdafaa” dır.
Aksi takdirde Necip Türk Milleti ve ebed-müddet Türk Devleti’nin; Damarlarında kirli kan ve irin taşıyan güdümlü haymatlos, etki ajanı, dönme, devşirme, koza ve necis kriptolarca her daim melhus bir tuzağa düşülmesi mümkün ve mukadderdir. Bu nedenle her Türk ve “namuslu dürüst bütün Türk vatandaşları” daima müteyakkız ve uyanık olmak zorunda ve durumundadırlar.
ANADOLU ŞUURU VE KAHPELİK OYUNU..
Yarım asır önce başkaldırıp, günümüzde “hükümeti”, eşkıya ile istişare etmeye, anlaşma, uzlaşma masasına oturmaya mecbur edecek şantajlara başvuracak kadar şımaran, başıboş kalan, pervasızlaşan ve güdüldükleri AB domuzlarının pompaladıkları gazla iyice azgınlaşan ihanetin Anadolu halkı nicedir farkında. Vatan toprağının, devlet umuru, gücü ve servetinin özelleştirme dâhil, pek çok menfur pazarlık, derin gaflet, dalalet, kirli oyun ve hıyanetler sonucu ayağının altından kaydırılmakta olduğunu da bilmekte. Bıçağın kemiğe dayandığını da; Fırtınanın, adına utanmadan “ulusal medya” dedikleri paçavralar, inlek ve ilenmekler (radyo-tv) ile “kitle partisi” sahtekârlığı, üçkâğıtçılık ve nitelikli dolandırıcılık, yalan-talanla sürdürülen cunta-sulta tarafından ‘bir kaşık suda fırtına’ tarzı çıkartıldığının da pek alâ farkında. Anadolu ihanetten gafil değil.
Dahası, artık millet; Dünyanın en pahalı “fahiş” petrol ürünü (benzin vb) satışı, doğalgaz, elektrik, ekmek, su ve telekominikasyon üzerinden oynanan oyun ve haksız sağlanan çok yüksek rantları; Kısa sürede ‘yürü ya kul’ hitabına muhatap, cemaatin lûtfuna mazhar koyu partizanlığı; Ve esasta bu hovardalık, şımarıklık, haddini bilmezlik ve önü alınamayan yolsuzluklar yüzünden eşkıya ile “paylaşma” pazarlıklarına yanaşıldığını (hattâ oturulduğunu) da Anadolu insanı çok iyi biliyor. Bu elim felâketi; 27 Mayıs 1960’la başlayan “ikinci karşı devrim” (İsmet İnönü’nün bir vakitler vaat ve taahhüt ettiği söylenen İngiliz Milletler Topluluğuna biat) ve Amerika’ya teslim sürecinde Demirel, Türkeş, Ecevit, Erbakan, Çiller, Baykal, Yılmaz ve diğerlerinin hazırladığının farkında ve bilincinde. Gidin bakın, kulak misafiri olun, konuşturun dinleyin: Anadolu Kürt’leri; “Bizim kimseyle bir sorunumuz yok, halimizden memnunuz. Türk-Kürt kardeş, pkk Ermeni dölü, kahpe ve kalleştir. Hainler, zalimlar ve bölücüler bizi istismar ve rencide etmesin” diyorlar…
BU DA ŞİMDİ BİLİNDİ!..
Tıpkı hayırsız ve uğursuz AB süreci gibi, yıllardır oynanan bu kirli oyun sahnesinde de; devlete karşı suçu sabit.; Kürt ve insanlık düşmanlığı ile Ermeni dönmesi Artin olduğu subut, seri cinayetlerle maruf, vatana ihanetten hükümlü, azılı bebek katili bir mahkûma, gidecek ve pazarlık edecek kadar oyuna gelen, aldanan, alçalan, (belki de terörle işbirliği halinde olan) bir zihniyetin karanlık yüzü, kirli ilişkileri ve gizemli geçmişi araştırıldığında, ortaya çok acı, hain ve menfur bir tablo çıkmaktadır. İşte enteresan bir örnek, üstelik şimdi onlar “ulusalcı” takılıyorlar!…
***
İHANETİN SECERESİ; DEŞİFRE VE KODLARI (II)
Mustafa Nevruz SINACI

Doğu Perinçek'in Sosyalist partisi ve 2000’e Doğru dergisi pkk'yı nasıl destekledi: (*)
“Perinçek, Bekaa'ya iki kez gidip Apo'ya gül vermişti. Geçtiğimiz günlerde Perinçek'in BDP milletvekili Sırrı Sakık'la rakı içerken çekilmiş resmi de yayınladı. Resimle ilgili Sakık şu açıklamayı yaptı: "Evet biz Doğu bey ile sıkça bir araya gelirdik. Bizim arkadaşımız. Perinçek bizim partiye gelirdi, biz de onun partisine giderdik. Zaman zaman birlikte yemek yerdik…”
Sırrı Sakık devamla: “Görüş alışverişinde bulunurduk. Doğu Perinçek benim sevdiğim, beğendiğim bir siyasetçidir." Terör örgütü’nün yan kuruluşu DTK'nın hazırladığı "Demokratik Özerklik" taslağı Türkiye’de büyük tepki topladı. Türkiye'nin açıkça Türk ve Kürtleri federal yönetimine dönüştüren taslak pek çok Türk'ün "insaf, bölücülük bu kadar da mı azgınlaşır” demesine neden oldu. Ancak taslağı okuduğumuz zaman, biz Türksolu olarak pek şaşırmadık. Çünkü bu talepleri daha önce savunan birini biliyoruz: D. Perinçek. Evet, DTK'nın ve BDP'nin bugünlerde büyük tartışma yaratan "Demokratik Özerklik" taslağı, yıllar önce Doğu Perinçek tarafından dile getiriliyordu. Üstelik çok daha "ileri" taleplerle... Sene 1991. Türkiye'de bir genel seçim yapılıyor. Seçimde PKK'nın yasal partisi HEP ile ittifak kurmuş, mecliste grup kurmaya çalışıyor. Perinçek liderliğindeki Sosyalist Parti (SP) ise seçime katılan diğer 5 partiden biri.
O yıllarda Perinçek'in çıkardığı derginin adı 2000'e Doğru. O dönem bölücülük bugünkü gibi serbest değildi. PKK'nın yasal propaganda olanakları son derece sınırlıydı. İşte 2000'e Doğru ve Sosyalist Parti, bu konularda PKK'nın ihtiyaçlarını karşılıyordu. Örneğin SP'nin düzenlediği mitingler PKK'lıların boy gösterdiği, sloganlarını attığı eylemlere dönüşüyordu. Nitekim, SP o dönemde güneydoğunun pek çok ilinde binlerce kişinin katılımıyla mitingler yapmış ama seçimlerde toplam 100.000 oy anca alabilmişti. Yani mitinglerine katılan insan sayısının 10'da birinden bile az oy alarak dünya siyaset tarihine geçmeyi başarmış biridir Perinçek!
Bu garip durum bile SP mitinglerinin PKK destekli eylemler olduğunun göstergesi. PKK'lılar, SP'nin mitinglerine katıldı ama seçimlerde SHP-HEP ittifakına oy topladı. Böylece Perinçek "binde iki"lik kara yazgısından o seçimde de kurtulamadı. 2000'e Doğru ise o dönem Kürtçülüğün önde giden yayın organıydı. Derginin en önemli misyonu pek çok bölücü firkin ilk kez ortaya konduğu yayın organı olmasıydı. Örneğin, Türkiye'deki 47 etnik grubun haritaları ek olarak veriliyor, Kürtçü, Ermenici tezler manşetlerden savunuluyordu. Ayrıca hemen her sayıda PKK liderleriyle röportajlar yer alıyor, "PKK Ordulaşıyor" gibi kapaklarla PKK'nın güçlendiği propagandası yapılıyor, "Ordu orman yakıyor" gibi manşetlerle ise Türk Ordusu'nun PKK'ya karşı mücadele azmi baltalanmaya çalışılıyordu. Kısacası bugün Zaman'dan Taraf'a, Radikal'den Milliyet'e basınımızın yürüttüğü Ordu düşmanı, bölücülük yanlısı, PKK sempatizanı yayını o dönem tek başına 2000'e Doğru üstlenmişti.
PERİNÇEK'İN ÖZERKLİK PROGRAMI:
İşte o günlerde, yani Perinçek'in partisi SP'nin PKK'lılarla iç içe geçtiği, dergisi 2000'e Doğru'nun PKK propagandası yaptığı 1989-90-91 yıllarında, SP Kürt Sorununa Çözüm programı yayınlar. Tam ismi şöyledir: "Demokratik Federal Emekçi Cumhuriyeti." Perinçek’in programını burada ayrıntılı incelemesini yapmayacağız. (tam metin aşağıdadır) Görüleceği üzere programda Türkiye Türklerin ve Kürtlerin federal cumhuriyetine dönüştürülüyor. Bugün BDP'lilerin savunduğu o çok tepki toplayan dört temel madde Perinçek'in programında da mevcut.
1.Ayrı meclis, ayrı bayrak, ayrı milli marş; 2. Kürtçe resmi dil; 3. Yerleşim yerlerine Kürtçe isim; 4. Öz savunma gücü. Bakınız: BDP'nin fikir babası Perinçek, 20 yıl önce aynı şeyleri savunmuş...
PERİNÇEK'İN PROGRAMI BDP'NİNKİNDEN DAHA BÖLÜCÜ
Ancak Perinçek'in programında daha da bölücü maddeler var. Perinçek, "Kürt İlleri" dediği şehirlerimizde bir referandum yapılmasını ve bağımsız bir "Kürdistan" isteyenlerin de bu referandumda özgürce propaganda yapabilmesini istiyor. Zaten programının ilk maddesine de Kürtlerin isterse ayrı bir devlet kurabileceğini yazmış. BDP'liler bile bu kadar ileri gitmedi!
Tabii, bu bir süreç meselesi, BDP'liler o günlerde, bugün savundukları "demokratik özerklik” programını da dile getiremiyorlardı.
GAFLET, DALÂLET VE HIYANET (III)
Mustafa Nevruz SINACI

Türksolu’nun yıllardır yaptığı uyarıların da ne kadar haklı olduğu bu şekilde ortaya çıkmıştır. Bölücülüğün tavizler vererek durdurulamayacağını defalarca kez söyledik. Ancak özellikle AKP iktidarı, taviz üstüne taviz verdi ve görüldüğü gibi BDP'liler artık açıkça özerklik isteyecek noktaya geldiler. Taviz vermeye devam edilirse bir adım daha atıp "referandum" isteyecekleri, Kürtlere ayrı devlet kurma hakkı tanınması gerektiğini söyleyecekleri ortada.
Zaten fikir babaları Perinçek de yıllar önce öyle buyurmuş...
DOĞU PERİNÇEK: "ATATÜRK MİLLİYETÇİSİ DEĞİLİM"
İlginç olan bir başka nokta ise Perinçek'in bu program nedeniyle açılan kapatma davasında Anayasa Mahkemesinde verdiği savunma. BDP'lilerin bugün söylediklerine çok benziyor. Şöyle demiş Perinçek: "Biz bastırmanın karşısındayız. Açık söyleyeyim, bastırarak bu sorunların çözülmeyeceğini bir kere daha göreceğiz. Bastırarak bu sorunlar ertelenir. Beş sene ertelersiniz, 10 sene ertelersiniz, bakın erteleyememiştir. Dersim isyanı bastırıldı, 1925'te Şeyh Sait isyanı bastırıldı, Ağrı-Zilan isyanları bastırıldı, çözüldü mü? Biz de diyoruz ki, başka bir yoldan çözelim." Ve o dönemki Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden’in “Türk milliyetçiliğine karşı mısınız?" sorusunu şöyle yanıtlıyor: "Türk milliyetçiliğine de karşıyız. Mecbur değilim Atatürk milliyetçisi olmaya... Partimiz milliyetçiliği bir ideoloji olarak benimsemiyor ve Türkiye'nin ihtiyaçlarına da uygun görmüyor... Atatürk milliyetçiliği bir kısmını dışlayacaktır." İşte Perinçek gerçeği. 20 yıl önce savunduklarıyla bugün BDP'nin yolunu aydınlatıyor! BDP’nin savunduğu özerkliği yıllar önce ilk Perinçek dile getirmişti:
PERİNÇEK'İN ÖZERKLİK PROGRAMI:
DEMOKRATİK FEDERAL EMEKÇİ CUMHURİYETİ

Perinçek'in dergisi 2000'e Doğru'da defalarca yayınlanan bu metin, Sosyalist Parti'nin de programında yer alıyordu. İlk olarak 1991 genel seçimleri öncesi, 15 Eylül 1991 tarihli 2000'e Doğru'da yayınlandı.
1- Kürt milleti, kendi kaderini tayin hakkına kayıtsız şartsız sahiptir. Eğer isterse ayrı bir devlet kurabilir. Emekçilerin çıkarı, tam hak eşitliği ve özgürlük temelinde, gönüllü birliği gerçekleştirmededir. Ayrılma hakkı gönüllü birliğin her zaman vazgeçilmez koşuludur.
2- Birlikte veya ayrı yaşamak milletlerin özgür iradelerine bağlıdır. Bu özgür iradenin ortaya konabilmesi için, Kürt illerinde referandum yapılmalıdır. Referandumda ayrılmayı savunanlar da özgürce propaganda yapabilmelidir.
3- Bugünkü tarihsel koşullarda, iki milletin emekçilerinin yararına olan çözüm, iki federe devletin eşit olarak katıldığı, demokratik federal bir cumhuriyettir. Bu federasyonda iktidar köylerden ve mahallelerden başlayarak, ilçelerde, illerde federe ve federal düzeyde demokratik seçimlerle belirlenen halk meclisleri aracılığıyla kullanılır. İlçe ve il yönetimleriyle, federal hükümetler, bu meclislerin yürütme organlarıdır meclislere karşı sorumludurlar.
4- Federal Halk Meclisi iki meclisten oluşur; Temsilciler Meclisi ve Milletler Meclisi.
Temsilciler Meclisi, belli sayıda yurttaşa bir milletvekili olmak üzere bütün yurt çapında yapılan seçimlerle belirlenir. Milletler Meclisi, her federe devletten eşit sayıda seçilmiş üyenin katılımıyla oluşur. Yasalar her iki mecliste çoğunluk oylarıyla kabul edilir. Meclislerden birinin reddettiği yasa yürürlüğe girmez. Çalışma Yasası, Ceza Yasası, Medeni Yasa, Yargı Usülleri yasaları bütün ülkede yürürlüktedir, federal organlarca kabul edilir.
5- Her federe devlette azınlıkların çoğunlukta olduğu ilçe ve illerde halk isterse bölgesel özerklik uygulanır.
6- Federal Anayasa, iki milletin ortak anayasasıdır. Her iki milletin ayrı ayrı çoğunluğu tarafından referandumla kabul edilerek yürürlüğe girer. Federe devletlerin arıca kendi anayasaları vardır. Federal Anayasa, federe cumhuriyetler tarafından benimsendiği ölçüde giderek artan unsurları kapsar.
***
GAFLET, DALALET VE HIYANET (IV)
Mustafa Nevruz SINACI

7- Federal Cumhuriyet’in bayrağı ve marşı, Türklerin ve Kürtlerin ortak bayrakları ve marşlarıdır. Ayrıca her federe devletin kendi bayrağı ve marşı vardır. Federasyonun ismi tek bir millete dayandırılmaz.
8- Yurt savunması, savaş ve barış sorunları, uluslararası ilişkilerde temsil, anlaşmaları yapmak, federal organların yetkisindedir.
9- Her federe devlet, yabancı devletlerle ticari ve kültürel alanlarda doğrudan ilişkiler kurabilir, konsolosluklar açabilir.
10- Her yönetim kademesinde iktidar, bütünüyle halk meclislerinde ve bu meclislere karşı sorumlu olan yerel yönetimlerdedir. Bu yönetim sistemi dışında, merkezi idarenin atadığı valilikler, kaymakamlıklar, emniyet ve jandarma örgütü kaldırılır. Bu demokratik yönetim sistemi, aynı zamanda milli eşitlik ve özgürlüğü de güvence altına alır. Yerel güvenlik örgütleri, yerel meclislere sorumlu olan yerel yönetimlerin emrindedir. Köy güvenlik örgütleri, yerel meclislere sorumlu olan yerel yönetimlerin emrindedir. Köy güvenlik örgütleri, köy gençlerinden oluşur ve köy kurullarının emrindedir.
11- Ulusal ve toplumsal gelişme yanında kardeşliğin de önünde engel oluşturan toprak ağalığı, aşiret reisliği ve her türlü ortaçağ ilişkisi köylülerin seferber edilmesine dayanan ve köylü komitelerinin önderlik ettiği bir toprak reformuyla kaldırılır. Federal cumhuriyet, piyasa ekonomisinin derinleştirdiği bölgeler arası eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için, ekonomik bakımdan geri bölgelerin yatırım paylarını artırır. Böylece birliğin ekonomik temelini geliştirir ve pekiştirir. Ekonomide tek bir federal istatistik sistemi uygulanır.
12- Her milletin, milli ve dini azınlıkların, dillerini ve kültürlerini geliştirme, siyasal çalışma ve örgütlenme hakları ve özgürlükleri güvence altındadır.
13- Resmi dil Türkçe ve Kürtçedir. Her federe cumhuriyette kendi dili esastır. Federal organların kararları iki dilde yazılır. İlkokuldan üniversiteye kadar ve bütün kültür kurumlarında, her 2 dilde eğitim-araştırma, basın-yayın, radyo-televizyon vb. iletişim olanakları gerçekleştirilir.
14- Kürtlerin demokratik kültürü, bugüne kadar uygulanan baskılara son verilmesi sayesinde özgürce serpilme olanaklarına kavuşur. İktidar organları, diğer ülkelerde bulunan Türk ve Kürtlerle demokratik kültür alışverişinin özgürce gelişmesi ve bütün dünya halklarıyla ortak enternasyonal bir kültürün renkli ve çoğulcu bir ortamda boy atması için çalışır.
15- Bütün iktidar organları, toplum hayatında ve milletler arasında sorunları zor kullanarak çözen ve şiddeti kutsayan eski kültürün bütün temelleriyle tasfiyesi ve halk içinde barışçı, insana saygılı ve şiddeti hor gören enternasyonalist bir emekçi kültürünün yayılması için çalışır. Yaşadığımız toprağın tarihini Malazgirt savaşıyla başlatan bağnaz milliyetçi kültüre ve her türden milliyetçiliğe karşı, ülkemizin tarihsel derinliklerinden bu yana çeşitli kavimlerin katkılarıyla zenginleşmiş kültür kaynaklarımızı arayan, koruyan, bu kaynaklardan beslenen, demokratik insan sever, evrensel ve enternasyonalist bir kültür geliştirilir. Ülkemizin evrensel kültür zenginliğini yansıtan yer isimlerinin değiştirilmesine son verilir, her yer bilinen ve yerleşmiş ismiyle anılır. (*)
(*) Perinçek’in dergisi 2000’e Doğru’da defalarca yayınlanan bu metin, Sosyalist Parti’nin de programında yer almakta idi. İlk olarak 1991 genel seçimleri öncesi, 15 Eylül 1991 tarihli 2000’e Doğru’da yayınlandı.
Yararlanılan kaynaklar:
1.Türk Solu Dergisi Sayı: 306, Tarih: 27.12.2010,
2. Özgür Erdem, Bdp'nin Özerklik Programının Fikir Babası Perinçek
3. 2000’e Doğru Dergisi - 15 Eylül 1991
4. Sosyalist Parti Programı (Doğu Perinçek, 1991)

25 Ekim 2018 Perşembe

BAŞKANLIK (!) SİSTEMİ İÇİN ANAYASA (ASLINDA REJİM) DEĞİŞİKLİĞİ TEKLİFİ Cumhuriyetçi Birlik Plâtformu N. Deniz YILMAZ

BAŞKANLIK (!) SİSTEMİ İÇİN ANAYASA (ASLINDA REJİM) DEĞİŞİKLİĞİ TEKLİFİ 
Cumhuriyetçi Birlik Plâtformu.İstanbul
N. Deniz YILMAZ

Anayasa (Aslında Rejim) değişikliği teklifi:
(Bu değişiklik tasarısındaki maddelerde geçen Cumhurbaşkanı sözcüğünden Cumhur’u kaldırırsanız boyanın altındaki pası-kiri görürsünüz. İtalik yazılar kaygılarım ve kendi yorumumdur. NDY)
Anayasa değişiklik tasarısı metni http://www.aljazeera.com.tr/haber/anayasa-teklifinin-tam-metni sitesinden alınmıştır.
MADDE 1– 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 9 uncu maddesine “bağımsız” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve tarafsız” ibaresi eklenmiştir.
MADDE 2– 2709 sayılı Kanunun (Mevcut Anayasa) 75 inci maddesinde yer alan “beş yüz elli” ibaresi “altı yüz” şeklinde değiştirilmiştir. (Yani 600 milletvekilimiz olacak. 550 bile fazla iken 600 bence kesmez; şöyle 5000 veya 10.000 kişi falan olmalı.)
MADDE 3– 2709 sayılı Kanunun 76 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Yirmi beş” ibaresi “On sekiz” şeklinde, (Daha 2006 yılında Milletvekili seçilme yaşını 30’dan 24’e indirdiler. Şimdi bu da kesmedi demek ki… Yani henüz askerliğini dahi yapmamış, lise mezunu çocuklar bile milletvekili olabilecek. Siyaset liselere kadar girecek. Milletvekili olabilecek ama bırakın Polis memuru olmayı, silahlı Özel Güvenlik bile olamayacak. Çünkü orada istenen yaş 21) ikinci fıkrasında yer alan “yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar,” ibaresi “askerlikle ilişiği olanlar,” şeklinde değiştirilmiştir. (Burada hukuki terimle sadece askeri okul öğrencileri hariç denmek istiyor. Zira şimdi parayı bastıran zaten askere gitmiyor.)
Oysa toplum ve kültür dinamiktir, ilerliyor. Milletvekili seçilme şartlarına 25 yaş ve üniversite mezunu olma şartı neden konulmaz? Bugün odacılık, gardiyanlık, şoförlük kadroları için bile artık üniversite mezunları aranırken lise son sınıf öğrencisi bile milletvekili adayı olabilecek. Acaba diyorum TBMM’de artık dede-torun, baba-oğul veya ailecek milletvekilliği birlikteliği de mi mümkün olacak? Damat & Kayınpeder birlikteliğinden sonra bu neden olmasın?)
MADDE 4– 2709 sayılı Kanunun 77 nci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “C. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanının seçim dönemi
MADDE 77- Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır. Süresi biten milletvekili yeniden seçilebilir. (Neden milletvekilliğine seçilme sayısı kısıtlaması yok, vazgeçilemez olduklarından mı? AKP’de parti içinde bu kısıtlama vardı ama şimdi yok.) Cumhurbaşkanlığı seçiminde birinci oylamada gerekli çoğunluğun sağlanamaması halinde 101 inci maddedeki usule göre ikinci oylama yapılır.” (Cumhurbaşkanlığı için bir oy yüzdesi konmadığına göre ikinci oylama neden yapılır? Salt çoğunluk yeterli değil miydi?)
MADDE 5– 2709 sayılı Kanunun 87 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 87- Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bütçe ve kesin hesap kanun tekliflerini görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına (Silahlı kuvvetleri kullanma yetkisi tek başına Cumhurbaşkanına da verilmiş. Bu nasıl olacak?) karar vermek; milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen- yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.”
MADDE 6– 2709 sayılı Kanunun 98 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve kenar başlığı metinden çıkarılmıştır.
“MADDE 98- Türkiye Büyük Millet Meclisi; meclis araştırması, genel görüşme, meclis soruşturması ve yazılı soru yollarıyla bilgi edinme ve denetleme yetkisini kullanır. Meclis araştırması, belli bir konuda bilgi edinmek için yapılan incelemeden ibarettir. Genel görüşme, toplumu ve Devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesidir. Meclis soruşturması, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında 106 ncı maddenin beşinci, altıncı ve yedinci fıkraları uyarınca yapılan soruşturmadan ibarettir. Yazılı soru; yazılı olarak en geç on beş gün içinde cevaplanmak üzere milletvekillerinin, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara yazılı olarak soru sormalarından ibarettir. (Peki, yanıtlanmazsa veya sadece “Devlet sırrı” diyerek zorda kaldıkları her şeyin üstünü kapatırlarsa ne olacak? Yaptırımı nedir? 17-25 Aralık suçüstü olaylarından sonra yaşananlar neydi? Delillere ve o kişilerin itiraflarına rağmen –biri de şimdiki başbakandır- O şahısları TBMM’de kimler ve niçin hem de aleni olarak korudu? “ ‘Yargılansınlar’ deyip de siyasi geleceğimi neden riske atayım?” diyen Anayasa Hukuku Profesörü kimdi?) Meclis araştırması, genel görüşme ve yazılı soru önergelerinin verilme şekli, içeriği ve kapsamı ile araştırma usulleri Meclis İçtüzüğü ile düzenlenir.”
MADDE 7– 2709 sayılı Kanunun 101 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“A. Adaylık ve seçimi
MADDE 101-Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, (18 yaşında milletvekili olunabiliyor da Cumhurbaşkanı olmak için 40 yaş aranıyor? Gerçi eskiden de 45 yaş idi. Olgunluk aranıyorsa milletvekillerinde olgunluk aranmayacak mı yoksa DEDE-TORUN MECLİSTE Mİ OLACAKLAR?) yaşında yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip, Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. (Neden milletvekilliğine bu seçilme sayısı kısıtlaması yok?) Cumhurbaşkanlığına, siyasi parti grupları, en son yapılan genel seçimlerde toplam geçerli oyların tek başına veya birlikte en az yüzde beşini almış olan siyasi partiler ile en az yüz bin seçmen aday gösterebilir. Cumhurbaşkanı seçilen milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer. Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilir. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, (SALT ÇOĞUNLUĞUN SAĞLANAMAMASI, YANİ MİLYONLARCA SEÇMENİN OYUNUN TAM SAYI OLARAK BİRBİRİNE EŞİT GELMESİ MİLYONDA KAÇ OLASILIKTIR?) bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oy almış iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilir. İkinci oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin herhangi bir nedenle seçime katılmaması halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır. İkinci oylamaya tek adayın kalması halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır. Aday, geçerli oyların salt çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilir. Oylamada, adayın geçerli oyların çoğunluğunu alamaması halinde, sadece Cumhurbaşkanı seçimi yenilenir. Seçimlerin tamamlanamaması halinde, yenisi göreve başlayıncaya kadar mevcut Cumhurbaşkanının görevi devam eder. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin diğer usul ve esaslar kanunla düzenlenir.”
MADDE 8- 2709 sayılı Kanunun 104 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 104- Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; (Eskiden C.Başkanları tarafsız olduğundan ve partilerinden tamamen soyutlandığından –Özal ve RTE hariç- milletin birliğini temsil edebilirlerdi. Şimdi zaten taraf olan birisi bunu nasıl yapacak?) Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder. (Hem partili hem de tarafsız nasıl oluyor? Alenen taraflı ve partili biri nasıl tarafsız davranabilir?) Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapar. Ülkenin iç ve dış siyaseti hakkında Meclise mesaj verir. (Bu ne menem bir şeydir? TBMM’ye mesaj-emir-talimat vermek C.Başkanı da olsa kimin haddine? O zaman Milli İrade’nin de üstünde bir irade olmuyor mu? Şimdi ikilikten şikayet edenler bunu nasıl savunacaklar? Ülkede esas olan karar organı TBMM değil miydi?) Kanunları yayımlar. Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderir. Kanunların, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün tümünün veya belirli hükümlerinin Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinde iptal davası açar. Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atar ve görevlerine son verir. Üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler. (Yürürlükteki Anayasada sadece C.Başkanlığı Genel Sekreterliğininki için bu işlemi yapar. Yani üst kademe devlet memurlarını atadığı gibi nasıl atayacağını da kendisi kararlaştırıyor. Yani nasıl canım isterse misali…) Yabancı devletlere Türkiye Cumhuriyetinin temsilcilerini gönderir, Türkiye Cumhuriyetine gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul eder. Milletlerarası antlaşmaları onaylar (Madde 87’de TBMM yani 600 kişi sadece onaylanmasını uygun bulmak zorunda(!) ve yayımlar Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunar. Milli güvenlik politikalarını belirler ve gerekli tedbirleri alır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil eder. Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına (TSK hangi şartlarda, nasıl kullanılacak? Ülke içi veya dışı ayrımı yok…) karar verir. Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır. Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. (Yani kendi yetkilerini kendisi belirleyecek. Böyle bir yetki DÜNYADA VAR MIDIR?) Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. (Şimdi yaptığı gibi düzenlerse ne olacak?) Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. (Bugüne kadar Anayasayı ihlal etti de ne oldu? En sonunda Anayasayı kendilerine uydurmak zorunda kalınmış olmanın sonuçları değil mi şimdi bu yaptığımız?) Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir. (Bu şartlarda mümkün müdür?) Cumhurbaşkanı, kanunların uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilir. Kararnameler ve yönetmelikler, yayımdan sonraki bir tarih belirlenmemişse, Resmî Gazetede yayımlandıkları gün yürürlüğe girer. Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.”
MADDE 9– 2709 sayılı Kanunun 105 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“E. Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu MADDE 105- Cumhurbaşkanı hakkında, bir suç işlediği iddiasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının salt çoğunluğunun vereceği önergeyle soruşturma açılması istenebilir. Meclis, önergeyi en geç bir ay içinde görüşür ve üye tamsayısının beşte üçünün (Yani en az 360 milletvekili) gizli oyuyla soruşturma açılmasına karar verebilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde, Meclisteki siyasi partilerin, güçleri oranında komisyona verebilecekleri üye sayısının üç katı olarak gösterecekleri adaylar arasından her siyasi parti için ayrı ayrı ad çekme suretiyle kurulacak on beş kişilik bir komisyon tarafından soruşturma yapılır. Komisyon, soruşturma sonucunu belirten raporunu iki ay içinde Meclis Başkanlığına sunar. Soruşturmanın bu sürede bitirilememesi halinde, komisyona bir aylık yeni ve kesin bir süre verilir. Rapor Başkanlığa verildiği tarihten itibaren on gün içinde dağıtılır, dağıtımından itibaren on gün içinde Genel Kurulda görüşülür. Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte ikisinin gizli oyuyla Yüce Divana sevk kararı alabilir. (Yani en az 360 milletvekili) Yüce Divan yargılaması üç ay içinde tamamlanır, bu sürede tamamlanamazsa bir defaya mahsus olmak üzere üç aylık ek süre verilir, yargılama bu sürede kesin olarak tamamlanır. Hakkında soruşturma açılmasına karar verilen Cumhurbaşkanı, seçim kararı alamaz. (Peki, şimdiki asla yapmaz ama gelecekteki bir C.Başkanımız aleni bir suç işlemiş, TBMM’de soruşturma açılması önergesi verilmiş ama henüz görüşülmeye başlanmamışsa, meclisi fesh edemez mi? Feshine karar verdiği meclis onu nasıl yargılanmak üzere soruşturma yapabilir?) Yüce Divanda seçilmeye engel bir suçtan mahkûm edilen Cumhurbaşkanının görevi sona erer. Cumhurbaşkanının görevde bulunduğu sürede işlediği iddia edilen suçlar için görevi bittikten sonra da bu madde hükmü uygulanır.” (Burada da kafam fena karıştı… Yani görevi bittikten, emekli olduktan sonra da mı görevi(!) sona erecek?)
MADDE 10- 2709 sayılı Kanunun 106 ncı maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“F. Cumhurbaşkanı yardımcıları, Cumhurbaşkanına vekâlet ve bakanlar
MADDE 106- Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra bir veya daha fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilir. (Neden bir belirli sayı yok? İdare hukukunda “kamuda keyfilik değil kanunilik esastır” diye öğrendik biz. Örneğin: milletvekili sayısı kadar da kendisine yardımcı atarsa ne olacak?) Cumhurbaşkanlığı makamının herhangi bir nedenle boşalması halinde, kırk beş gün içinde Cumhurbaşkanı seçimi yapılır. Yenisi seçilene kadar Cumhurbaşkanı yardımcısı Cumhurbaşkanlığına vekâlet eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır. Genel seçime bir yıl veya daha az kalmışsa Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimi de Cumhurbaşkanı seçimi ile birlikte yenilenir. Genel seçime bir yıldan fazla kalmışsa seçilen Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi seçim tarihine kadar görevine devam eder. Kalan süreyi tamamlayan Cumhurbaşkanı açısından bu süre dönemden sayılmaz. (Neden ikisi bir de ayrı ayrı değil? Tasarruf gerekçesi olamaz.) Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimlerinin yapılacağı tarihte her iki seçim birlikte yapılır. Cumhurbaşkanının hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, Cumhurbaşkanı yardımcısı Cumhurbaşkanına vekâlet eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olanlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanır ve görevden alınır. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, 81 inci maddede yazılı şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde and içerler. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan olarak atanırlarsa üyelikleri sona erer.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, Cumhurbaşkanına karşı sorumludur. (Cumhurbaşkanı kime karşı sorumludur? NEDEN YAZILMAMIŞ? Neden C.Başkanı TBMM’ye karşı sorumlu değil? Başbakanın yetkilerini çok fazlasıyla alıyor ama sorumluluğunu neden almıyor? Sorumsuz yetki olabilir mi? )
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, görevleriyle ilgili olmayan suçlarda yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümlerden yararlanır. (Böyle bir saçmalık olabilir mi? Görevleriyle ilgisi olmayan bir suçtan dolayı yasama dokunulmazlığı nasıl verilebilir? BU DURUMDA SORUŞTURMA AÇILMASI, YARGILANMASI VS. MADDELERİN NE HÜKMÜ KALIYOR. Bu durumda 9ncu maddenin ne hükmü kalıyor? Yasa kendi içerisinde çelişmiyor mu? ÖZETLE: HİÇ BİR ŞEKİLDE YARGILANAMAZ DENİYOR..) Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” (Bu madde de kendin çal kendin oyna felsefesinin ifadesi değil mi? Kanun ile kararname aynı şey midir? Devlet kanunlarla idare edilmez mi? Bu durumda TBMM ne iş yapar? O kadar milletvekili ne için seçildi?)
MADDE 11- 2709 sayılı Kanunun 116 ncı maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“H. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin yenilenmesi
MADDE 116- Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. (360’ı bulan bir parti veya partiler grubunun bu kararını yani kanunu C.Başkanı işleme koymazsa, onaylamadığı gibi AYM’ye de götürmezse resmi gazetede de yayınlatmazsa ne olacak? O yetkileri eline almış bir C. Başkanı makamını bırakır mı? ŞİMDİ ALENEN ANAYASAYI İHLAL EDEN ŞAHSI YARGILAMAK YERİNE ONUN KEYFİNCE YENİ ANAYASA YAPIYORSAK; O ZAMAN NE YAPACAĞIZ?) Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. (O makama gelmiş bir Cumhurbaşkanının kendini de bu şekilde riske atacağına kim inanır?) Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir. Seçimlerinin birlikte yenilenmesine karar verilen Meclisin ve Cumhurbaşkanının yetki ve görevleri, yeni Meclisin ve Cumhurbaşkanının göreve başlamasına kadar devam eder. Bu şekilde seçilen Meclis ve Cumhurbaşkanının görev süreleri de beş yıldır.”
MADDE 12- 2709 sayılı Kanunun 119 uncu maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve kenar başlıkları metinden çıkarılmıştır.
“III. Olağanüstü hal yönetimi
MADDE 119- Cumhurbaşkanı; savaş, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, seferberlik, ayaklanma, vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma, (Örneğin Gezi olayları gibi Cumhuriyete karşı olmayan eylemler, çevre veya diğer konularda vatandaşın ülke genelinde tepkisini çeken olaylar, Cumhuriyete karşı olmamakla birlikte Hükümete –Yani Cumhurbaşkanının icraatlarını protesto eylemleri-nümayişler veya kendilerince kışkırtılmış bir grup da olabilir) ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması, anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması, şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması, tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın (Bunun müsebbibi halk mı olacaktır yoksa kendileri mi? Hükümetin ülkeyi sürüklediği-sürükleyeceği ağır ekonomik bunalım da OHAL gerekçesi mi olacak?) ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir. Olağanüstü hal ilanı kararı verildiği gün Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise derhal toplantıya çağırılır; Meclis gerekli gördüğü takdirde olağanüstü halin süresini kısaltabilir, uzatabilir veya olağanüstü hali kaldırabilir. Cumhurbaşkanının talebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi her defasında dört ayı geçmemek üzere süreyi uzatabilir. Savaş hallerinde bu dört aylık süre aranmaz. Olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile 15 inci maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı, hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği kanunla düzenlenir. Olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanı, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, 104 üncü maddenin on yedinci fıkrasının ikinci cümlesinde belirtilen sınırlamalara tabi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. (???) Kanun hükmündeki bu kararnameler Resmî Gazetede yayımlanır, aynı gün Meclis onayına sunulur.
Savaş ve mücbir sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplanamaması hâli hariç olmak üzere; olağanüstü hal sırasında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri üç ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülür ve karara bağlanır. (Yani C.Başkanlığı kararnameleri her hâlükârda en az üç ay uygulanır. Üç ayda da zaten sonuç alınmış olur.)Aksi halde olağanüstü hallerde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kendiliğinden yürürlükten kalkar.”
MADDE 13- 2709 sayılı Kanunun 142 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Disiplin mahkemeleri dışında askeri mahkemeler kurulamaz. Ancak savaş halinde, asker kişilerin görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevli askeri mahkemeler kurulabilir.” (NEDEN??? ERGENEKON TÜRÜ MAHKEMELERİ KİM NE İÇİN KURDURMUŞTU? ASKERİ MAHKEMELERİN SİVİL TOPLUMA NE GİBİ ZARARLARI VARDI? Savaş halinde askeri hâkimleri ve Askeri Ceza Kanununu nasıl ve nereden bulacaksınız? Askeri mahkemeler kalktığına göre Askeri Ceza kanununun bir hükmü kalır mı? Sivil hâkimlerden askeri yargı oluyorsa neden savaş durumunda da aynı göreve devam etmesinler? Sivil hekimlerden savaşta nasıl yararlanılıyorsa o zaman da yararlanılmaz mı?)
MADDE 14– 2709 sayılı Kanunun 159 uncu maddesinin başlığı ile birinci ve dokuzuncu fıkralarında yer alan “Yüksek” ibareleri madde metninden çıkarılmış; iki, üç, dört ve beşinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş; altıncı fıkrasında yer alan “asıl” ibaresi madde metninden çıkarılmış; dokuzuncu fıkrasında yer alan “kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere” ibaresi “kanun ve diğer mevzuata” şeklinde değiştirilmiştir. “Hâkimler ve Savcılar Kurulu on üç üyeden oluşur; iki daire halinde çalışır. Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, üç üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, bir üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanınca; (Adalet Bakanı ve Müsteşarını da kendisi atamış olduğundan üç kişiyi mi, beş kişiyi mi atamış olacak?) üç üyesi Yargıtay üyeleri, bir üyesi Danıştay üyeleri, üç üyesi nitelikleri kanunda belirtilen yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. (TBMM’de çoğunluğu ele geçirdiklerinde tamamını kim atamış oluyor? Zira AYM, Danıştay, Sayıştay ve Yargıtay da benzeri yöntemle seçilmiyor mu?) Öğretim üyeleri ile avukatlar arasından seçilen üyelerden, en az birinin öğretim üyesi ve en az birinin de avukat olması zorunludur. Kurulun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecek üyeliklerine ilişkin başvurular, Meclis Başkanlığına yapılır. Başkanlık, başvuruları Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona gönderir. Komisyon her bir üyelik için üç adayı, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler. Birinci oylamada aday belirleme işleminin sonuçlandırılamaması halinde ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. Bu oylamada da aday belirlenemediği takdirde, her bir üyelik için en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile aday belirleme işlemi tamamlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Komisyon tarafından belirlenen adaylar arasından, her bir üye için ayrı ayrı gizli oyla seçim yapar. Birinci oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu; bu oylamada seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. İkinci oylamada da üye seçilemediği takdirde en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile üye seçimi tamamlanır. Üyeler dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler bir kez daha seçilebilir. Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki otuz gün içinde yapılır. Seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden otuz gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır.”
MADDE 15- 2709 sayılı Kanunun 161 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“A. Bütçe ve kesin hesap
MADDE 161- Kamu idarelerinin ve kamu iktisadî teşebbüsleri dışındaki kamu tüzel kişilerinin harcamaları yıllık bütçelerle yapılır. Malî yıl başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolü ile yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve usuller kanunla düzenlenir. Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz. Cumhurbaşkanı bütçe kanun teklifini, malî yılbaşından en az yetmiş beş gün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. Bütçe teklifi Bütçe Komisyonunda görüşülür. Komisyonun elli beş gün içinde kabul edeceği metin Genel Kurulda görüşülür ve malî yılbaşına kadar karara bağlanır. Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda, yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Genel Kurulda kamu idare bütçeleri hakkında düşüncelerini her bütçenin görüşülmesi sırasında açıklarlar, gider artırıcı veya gelirleri azaltıcı önerilerde bulunamazlar. (İcrai yetkisi olmayan Cumhurbaşkanına örtülü ödenek harcama yetkisini verilmesi bu bağlamda değil miydi? Daha iki sene önce yapılan şeyin daha sonra yapılmayacağının garantisi var mı?) Genel Kurulda kamu idare bütçeleri ile değişiklik önergeleri, üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın okunur ve oylanır. Merkezî yönetim bütçesiyle verilen ödenek, harcanabilecek tutarın sınırını gösterir. Harcanabilecek tutarın Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle aşılabileceğine dair bütçe kanununa hüküm konulamaz. (Hüküm konulmasa da Cumhurbaşkanı o miktarı aştığında ne yapabilecekler? Cari ödenekler hangi kurumda hangi sene yetti? Kaç yıldır örtülü ödenekteki limitler bir kişi tarafından yüzlerce kat aşıldı da kim ne diyebildi?) Carî yıl bütçesindeki ödenek artışını öngören değişiklik teklifleri ile carî ve izleyen yılların bütçelerine malî yük getiren tekliflerde, öngörülen giderleri karşılayabilecek malî kaynak gösterilmesi zorunludur. Merkezî yönetim kesin hesap kanunu teklifi, ilgili olduğu malî yılın sonundan başlayarak en geç altı ay sonra Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur. Sayıştay genel uygunluk bildirimini, ilişkin olduğu kesin hesap kanun teklifinin verilmesinden başlayarak en geç yetmişe gün içinde Meclise sunar. Kesin hesap kanunu teklifi ve genel uygunluk bildiriminin Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olması, ilgili yıla ait Sayıştay’ca sonuçlandırılamamış denetim ve hesap yargılamasını önlemez ve bunların karara bağlandığı anlamına gelmez. Kesin hesap kanunu teklifi, yeni yıl bütçe kanunu teklifiyle birlikte görüşülür ve karara bağlanır.”
MADDE 16 – 2709 sayılı Kanunun;
A) 8 inci maddesinde yer alan “ve Bakanlar Kurulu”; 15 inci maddesinin birinci fıkrasında, 17 nci maddesinin dördüncü fıkrasında ve 19 uncu maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “, sıkıyönetim”; 88 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulu ve”, ikinci fıkrasında yer alan “tasarı ve”; 93 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “, doğrudan doğruya veya Bakanlar Kurulunun istemi üzerine,”; 125 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askerî Şuranın kararları yargı denetimi dışındadır. Ancak,” ve altıncı fıkrasında yer alan “sıkıyönetim,”; 148 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “, sıkıyönetim”, altıncı fıkrasında yer alan “, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi” ve “Yüksek”, yedinci fıkrasında yer alan “ile Jandarma Genel Komutanı”; 153 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “tasarı veya”; 154 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Yüksek”; 155 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Başbakan ve Bakanlar Kurulunca gönderilen kanun tasarıları,” ve “tüzük tasarılarını incelemek,”, üçüncü fıkrasında yer alan “Yüksek” ibareleri madde metinlerinden çıkarılmıştır.
B) 73 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “Bakanlar Kuruluna” ibaresi “Cumhurbaşkanına”; 78 inci maddesinin başlığı “D. Seçimlerin geriye bırakılması ve ara seçimler”; 117 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulu” ibaresi “Cumhurbaşkanı”; 118 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Başbakan yardımcıları,” ibaresi “Cumhurbaşkanı yardımcıları,”, “Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ve Jandarma Genel Komutanından” ibaresi (Artık Askeri Şurada ve MGK’da Jandarma Genel Komutanı yok. Genelkurmay Başkanının ise ordusu yok. Sadece C. Başkanının yaveri benzeri bir makam olacak)“Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri komutanlarından”, üçüncü fıkrasında yer alan “Bakanlar Kuruluna” ibaresi “Cumhurbaşkanına”, “Bakanlar Kurulunca” ibaresi “Cumhurbaşkanınca”, dördüncü fıkrasında yer alan “Başbakan” ibaresi “Cumhurbaşkanı yardımcıları”, beşinci fıkrasında yer alan “Başbakanın” ibaresi “Cumhurbaşkanı yardımcısının”, altıncı fıkrasında yer alan “kanunla” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle”; 123 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak” ibaresi “kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle”; 124 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Başbakanlık” ibaresi “Cumhurbaşkanı” ve “tüzüklerin” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin”; 127 nci maddesinin altıncı fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulunun” ibaresi “Cumhurbaşkanının”; 131 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “ve Bakanlar Kurulunca” ibaresi “tarafından”; 134 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Başbakanlığa” ibaresi “Cumhurbaşkanının görevlendireceği bakana”; 137 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “tüzük” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi”; 148 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kanun hükmünde kararnamelerin” ibareleri “Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin”, altıncı fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulu üyelerini” ibaresi “Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları,”; 149 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan “on iki” ibaresi “on”; 150nci maddesinde yer alan “kanun hükmündeki kararnamelerin” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin” ve “iktidar ve ana muhalefet partisi Meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi” ibaresi “Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuna ve”; 151 inci maddesi ile 153 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “kanun hükmünde kararname” ibareleri “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi”; 152 nci maddesinin birinci fıkrası ile 153 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “kanun hükmünde kararnamenin” ibareleri “Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin”; 158 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “adli, idari ve askeri” ibaresi “adli ve idari”; 166 ncı maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “hükümete” ibaresi “Cumhurbaşkanına”; 167 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Bakanlar Kuruluna” ibaresi “Cumhurbaşkanına” şeklinde değiştirilmiştir.
C) 89 uncu maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “geri gönderilen kanunu” ibaresinden sonra gelmek üzere “üye tamsayısının salt çoğunluğuyla” ve “117 nci” maddesinin üçüncü fıkrasının başına “Cumhurbaşkanınca atanan” ibareleri eklenmiştir.
Ç) 108 inci maddesinin birinci fıkrasına “inceleme,” ibaresinden önce gelmek üzere “idari soruşturma,” ibaresi eklenmiş; ikinci fıkrasında yer alan “Silahlı Kuvvetler ve” ibaresi madde metninden çıkarılmış; üçüncü fıkrasında yer alan “üyeleri ve üyeleri içinden Başkanı, kanunda belirlenen nitelikteki kişiler arasından,” ibaresi “Başkan ve üyeleri,” şeklinde ve dördüncü fıkrasında yer alan “kanunla” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle” şeklinde değiştirilmiştir. (Bu da demektir ki Devlet Denetleme Kurulu TSK’da da aynı şekilde inceleme yapacaktır. Özetle TSK sıradan bir kamu kurumu haline gelmiş demektir. Eski metinde “…Silahlı Kuvvetler ve yargı organları, Devlet Denetleme Kurulunun görev alanı dışındadır…” diyordu.)
D) 146 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “on yedi” ibaresi “on beş” şeklinde değiştirilmiş, üçüncü fıkrasında yer alan “, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir üyeyi Askerî Yüksek İdare Mahkemesi” ibaresi ile dördüncü fıkrasında yer alan “, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi” ibareleri madde metninden çıkarılmıştır.
E) 82 nci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi, 96 ncı maddesinin ikinci fıkrası, 117 nci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları, 127 nci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi, 150 nci maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi ile 91, 99, 100, 102, 107, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 120, 121, 122, 145, 156, 157, 162, 163 ve 164 üncü maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 17- 2709 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 21-
A) Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27’nci Yasama Dönemi milletvekili genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi 3/11/2019 tarihinde birlikte yapılır. Seçimin yapılacağı tarihe kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ve Cumhurbaşkanının görevi devam eder. Meclisin seçim kararı alması halinde, 27’nci Yasama Dönemi milletvekili genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.
B) Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu Kanunla yapılan değişikliklerin gerektirdiği Meclis İçtüzüğü değişikliği ile diğer kanuni düzenlemeleri yapar. (İyi de ya bu sürede yapılacak referandumda HAYIR çıkarsa? Sonuç ne olacak?) Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtilen değişiklikler ise Cumhurbaşkanının göreve başlama tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Cumhurbaşkanı tarafından düzenlenir.
C) Anayasanın 159 uncu maddesinde yapılan düzenlemeye göre Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyeleri en geç otuz gün içinde seçilirler (Neden HSYK YİNE DEĞİŞTİRİLMEK İSTENİYOR VE BU ACELE NİYE? Mevcut HSYK’yı, Danıştay, Sayıştay ve Yargıtay’ı da kendileri oluşturmadılar mı?) ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki kırkıncı günü takip eden iş günü görevlerine başlarlar. Başvurular, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yapılır. Başkanlık, başvuruları Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona gönderir. Komisyon on gün içinde her bir üyelik için üç adayı üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler. Birinci oylamada üçte iki çoğunlukla seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci ve üçüncü oylamalar yapılır; bu oylamalarda üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun oyunu alan aday seçilmiş olur. Beşte üç çoğunluğun sağlanamaması halinde üçüncü oylamada en çok oyu almış olan, seçilecek üyelerin iki katı aday arasından ad çekme usulü ile üye belirleme işlemi tamamlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu aynı usul ve nisapları gözeterek on beş gün içinde seçimi tamamlar. Mevcut Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri, yeni üyelerin göreve başlayacağı tarihe kadar görevlerine devam eder ve bu süre içinde yürürlükteki Kanun hükümlerine göre çalışır. Yeni üyeler, ilgili kanunda değişiklik yapılıncaya kadar mevcut Kanunun Anayasaya aykırı olmayan hükümleri uyarınca çalışır.
Görevi sona eren ve Hâkimler ve Savcılar Kuruluna yeniden seçilmeyen üyelerden, talepleri halinde adli yargı hâkim ve savcıları arasından seçilenler Yargıtay üyeliğine, idari yargı hâkim ve savcıları arasından seçilenler Danıştay üyeliğine Hâkimler ve Savcılar Kurulunca seçilir; öğretim üyeleri ve avukatlar arasından seçilenler ise Danıştay üyeliğine Cumhurbaşkanınca atanır. Bu şekilde yapılan seçim ve atamalarda boş kadro olup olmadığına bakılmaz, seçilen ve atanan üye sayısı kadar Yargıtay ve Danıştay kadrolarına üye kadrosu ilave edilir. (Bu nasıl iştir? HSYK üyeliğine seçilip orada çalışmış bir hâkimler, savcılar, avukat veya öğretim üyeleri tenzili makamı kabul ederler mi? 1980 öncesinin Senato’su benzeri bir yapılanmaya gider bu iş)
D) Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinden Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmiş bulunan kişilerin herhangi bir sebeple (Bu sebepler ne ola ki?)görevleri sona erene kadar üyelikleri devam eder.(Neden bunlara da diğerlerine tanınan haklar tanınmıyor?)
E) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve askerî mahkemeler kaldırılmıştır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört ay içinde; Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından Başkan, Başsavcı, İkinci Başkan ve üyeleri ile diğer askerî hâkimler (yedek subaylar hariç) tercihleri ve müktesepleri dikkate alınarak;
a) Hâkimler ve Savcılar Kurulunca adli veya idari yargıda hâkim veya savcı olarak atanabilirler. (Neden bunlara da diğerlerine tanınan haklar tanınmıyor?)
b) Aylık, ek gösterge, ödenek, yargı ödeneği, ek ödeme, malî, sosyal hak ve yardımlar ile diğer hakları yönünden emsali adli veya idari yargıya mensup hâkim ve savcılar, bunların dışındaki hak ve yükümlülükler yönünden ise bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihteki mevzuat hükümleri uygulanmaya devam edilmek suretiyle Millî Savunma Bakanlığınca mevcut sınıflarında, Bakanlık veya Genelkurmay Başkanlığının hukuk hizmetleri kadrolarına atanırlar. Bunlardan, emeklilik hakkını elde edenlerden yaş haddinden önce bu görevlerden kendi istekleriyle ayrılacaklara ödenecek tazminata ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir. Kaldırılan askerî yargı mercilerinde görülmekte olan dosyalardan; kanun yolu incelemesi aşamasında olanlar ilgisine göre Yargıtay veya Danıştay’a, diğer dosyalar ise ilgisine göre görevli ve yetkili adli veya idari yargı mercilerine dört ay içinde gönderilir.
F) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte yürürlükte bulunan kanun hükmünde kararnameler, tüzükler, Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan yönetmelikler ile diğer düzenleyici işlemler yürürlükten kaldırılmadıkça geçerliliğini sürdürür. Yürürlükte bulunan kanun hükmünde kararnameler hakkında 152 nci ve 153 üncü maddelerin uygulanmasına devam olunur.
G) Kanunlar ve diğer mevzuat ile Başbakanlık ve Bakanlar Kuruluna verilen yetkiler, ilgili mevzuatta değişiklik yapılıncaya kadar Cumhurbaşkanı tarafından kullanılır.
H) Anayasanın 67’nci maddesinin son fıkrası hükmü, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra birlikte yapılacak ilk milletvekili genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi bakımından uygulanmaz.”
MADDE 18- Bu Kanun ile Anayasanın;
a) 8, 15, 17, 19, 73, 82, 87, 88, 89, 91, 93, 96, 98, 99, 100, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113 üncü maddelerinde yapılan değişiklikler ile 114 üncü maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarının ilgaları yönünden, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124 ve 125 inci maddelerinde yapılan değişiklikler ile 127’nci maddenin son fıkrasına dair değişiklik; 131, 134, 137 nci maddelerinde yapılan değişiklikler ile 148 inci maddenin birinci fıkrasındaki değişiklik ile altıncı fıkrasındaki “Bakanlar Kurulu üyelerini” ibaresine dair değişiklik, 150, 151, 152, 153, 155 inci maddenin ikinci fıkrası,161, 162, 163, 164, 166 ncı ve 167 nci maddelerinde yapılan değişiklikler ile Geçici 21 inci maddenin (F) ve (G) fıkraları, birlikte yapılan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının göreve başladığı tarihte,
b) 75, 77, 101 ve 102 nci maddelerinde yapılan değişiklikler, birlikte yapılacak ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin takvimin başladığı tarihte,
c) Değiştirilen diğer hükümleri ile 101 inci maddesinin son fıkrasında yer alan “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir” ibaresinin ilgası bakımından yayımı tarihinde, yürürlüğe girer ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanır. (Bu ne demek şimdi? Zaten C.Başkanı seçilip de yemin ettiği andan itibaren partisi ile bir bağlantısının olmaması gerekirdi. Bu ne demek oluyor? İtiraf mı?)
Anayasa değişiklik tasarısı metni http://www.aljazeera.com.tr/haber/anayasa-teklifinin-tam-metni sitesinden alınmıştır.
SONUÇ OLARAK:
YENİ SİSTEMDE BAKANLAR KURULU OLMAYACAĞINDAN DAHA DOĞRUSU O İŞLERİN SORUMLUSU OLARAK SADECE KENDİSİ OLDUĞUNDAN CUMHURBAŞKANI TÜM YAPTIKLARINDAN VEYA YAPMASI GEREKİRKEN YAPMADIKLARINDAN DOLAYI KİME KARŞI SORUMLU OLACAK, KİME HESAP VERECEKTİR?
“Halka hesap verecektir, seçimlerde halk hesap soracaktır” tarzı bir yanıt olamaz. Çünkü seçimler hesap verme-yargılanma yeri değil, tercih işlemidir..
Örneğin: Cumhurbaşkanı herhangi bir makam için üç adaydan birisini seçiyorsa bu seçilemeyen iki kişiyi cezalandırma değil bir kişiyi tercih etme eylemidir.
SORUMSUZ İCRAAT, DAİMA KEYFİYET VE FELAKET GETİRİR. TABİİ Kİ O FELAKETİ VE ACIYI SADECE HALK OLARAK BİZ ÇEKERİZ..
YETKİSİZ SORUMLU ACİZ, SORUMSUZ YETKİLİ ZALİM OLUR.
Konfeksiyon ürünü bir kıyafet ile ısmarlama terzilik olayına benzetiyorum bu işi… Konfeksiyonda belli ölçülerde bir kıyafet söz konusudur ve bu kıyafetin ölçülerine uyan kişide ancak uygun durur. Aksi durumda ya bol, ya da dar olup her ikisinde de içindekini ve çevresindekileri rahatsız eder.
Ismarlamada ise o kıyafet yine terzi tarafından dikilir ama sadece bir kişiye uygun yapılmıştır. O kıyafetin ömrü giyenle sınırlıdır. Başkalarında o kıyafet ya eğreti durur, ya da emaneten.
(Demokrasilerde de kıyafet yerine makam ve ölçüler yerine de kanunları düşünün. Sadece layık olanlar yani o ölçülere uyanlar giyebilir.)
Bu konularda AKP’lilerin de kafası çok karışık. “Hadi “EVET” OYU VERDİK VE RTE’yi başkan yaptık. Ya ondan sonra gelecek olan kripto Feto’cu veya psikopat biri olursa ne olacak? Hitler, Beşar ESAD da seçimle gelmediler mi?” diyorlar.
SAYGILARIMLA…
N.Deniz YILMAZ