27 Temmuz 2018 Cuma

ÇOK ÖNEMLİ VE ÖZGÜN BİR ARAŞTIRMA-İNCELEME: 24 Haziran seçimleri: Oyların anatomisi ve güvenirlik sorunu // VİDEO: DİJİTAL ORTAMDA SEÇİM VE RİSKLERİ "Computer Programmer testifies at senate hearing to election voting fraud" - Dr. Ferruh Demirmen (turkishnews & TURKISHFORUM)

24 Haziran seçimleri: Oyların anatomisi ve güvenirlik sorunu
BÖLÜM 1, 
SEÇİM GÜNÜ VE SONRASI YAŞANANLAR
Dr. Ferruh Demirmen

Türkiye’de rejim değişikliğine resmen yol açan 24 Haziran seçimleri son bulalı yaklaşık 3 hafta oldu. Bir perspektif vermesi açısından seçim sürecinde ve hemen onun ardından oluşan gelişmeleri, özellikle oyların anatomisini ve güvenirlik sorununu, gözden geçirmekte yarar var. Gelişmeler, Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Sn. Muharrem İnce’nin adaylığın içeren cumhurbaşkanı seçimi çerçevesinde ele alınacak. Diğer cumhurbaşkanı adayları ve milletvekili seçimine ilişik gelişmeler bu yazının kapsamı dışında.
Seçimler güvenirliğe yönelik kuşkular ortamında yapıldı. Muhalif kesim tarafından gündeme getirilen bu kuşkular genellikle hayali seçmenler ve yasa dışı oy pusulası kullanmak gibi sandık başında yapılabilecek usulsüzlükler ile ilgili oldu.
Hukuka aykırı işlemlere çare olarak oy pusulaların yakından denetlenmesi, ıslak imzalı tutanakların hazırlanmasında özen gösterilmesi, tutanakların parti merkezlerine ulaştırılarak seçim sonuçlarının Yüksek Seçim Kurumu (YSK) sisteminden bağımsız olarak hesaplanması yoluna gidildi. Amaç, bağımsız yolla elle edilen sonuçların YSK’nın sonuçlarından belirgin bir tarzda farklı çıkması durumunda YSK’nın ilan edeceği sonuçlara itiraz seçeneğini kullanmaktı.
Muhalif taraf, özellikle CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan ve CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, seçim takibi çabalarında başarılı olduklarını iddia ettiler.
Oyların ve olayların seyri
YSK 24 Haziran seçim günü 18:45’de yayın yasağını kaldırdığında Anadolu Ajansı’nın (AA) yayınladığı ilk sonuçlara göre sandıkların %23’ü açılmış, Erdoğan’ın oy oranı %59, İnce’nin %26 idi.http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/secim/1012762/Secim_2018__24_Haziran_gecesi_saat_saat_neler_yasandi_.html
Tezcan seçim günü ilk açıklamayı saat 19:15’da yaptı. Ellerindeki verilere göre sandıkların %5’i açılmıştı ve Erdoğan’ın oy oranı %46, İnce’nin %40 idi. Bu veriler Tezcan’a ikinci tura gidileceği inancını vermiş.http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1014110/CHP_li_Tezcan_dan_o_gecenin_hik_yesi.html
Kaftancıoğlu seçim günü ilk basın açıklamasını 19:45’de yaptı. İstanbul bazında geliştirdikleri ”CHPnet” sistemine göre İstanbul’daki sandıkların %20’si açılmış, oy oranları Erdoğan için %44.9, İnce için %43.5 idi. Aynı dakikalarda AA Erdoğan’ı İstanbul’da %56 oy oranında gösteriyordu.http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1011913/CHP_li_Kaftancioglu_ndan_19_45_ve_21_45_savunmasi.html
Ve yine aynı saatlerde M. İnce Twiter hesabından AA’nın oyları manipüle ettiğini söylüyordu. CHP’ye göre sandıkların %37’si, AA’na göre %85’i açılmıştı.
19:50’de İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı İsmail Koncuk, kimsenin %50’yi aşmadığını belirterek AA’nın TV kanallarında açıkladığı rakamların vatandaşların sandığa yansıyan iradesi olmadığını ileri sürdü. Aynı şekilde İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özdağ da sosyal medya hesabında “Anadolu Ajansı beklediğimiz manipülasyonu yapıyor”paylaşımında bulundu.
Bu arada “Adil Seçim Platformu” adı altında seçim takibi yapan başka bir grup da kendi sonuçlarını yayınlıyordu. Bu platform, “sandıklara sahip çıkacağız” iddiası ile CHP dahil 5 muhalefet partisi ve 15 sivil toplum kuruluşun bir araya gelerek oluşturduğu bir gruptu. Bu grubun 19:45’de yaptığı açıklamaya göre açılan sandık %11.7, oy oranları Erdoğan %43.5, İnce %34.0 idi.http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/secim/1012762/Secim_2018__24_Haziran_gecesi_saat_saat_neler_yasandi_.html
Adil Seçim Platformu saat 20:50’de yaptığı ikinci bir açıklamada açılan sandığın %23, Erdoğan’ın oy oranın %43.5, İnce’nin %33.9 olduğunu bildirdi. Aynı saatte AA’na göre açılan sandık %65.6, Erdoğan %55.6, İnce %29.2 idi. Açılan sandık oranlarında yaklaşık 3 kat fark vardı.
Saat 21:25’e gelindiğinde Adil Seçim Platformu’na göre açılan sandık %43.3, Erdoğan’ın oranı %52.8, İnce’nin %29.8 idi. Aynı saatte AA’na göre bu rakamlar sırasıyla %86.5, %53.6 ve %30.2 idi. AA verileri Erdoğan için başarıyı garanti eder gibiydi. Platform açıklamasında TV ekranlarında yayımlanan AA verilerinin kesinlikle gerçeği yansıtmadığını iddia ediyordu.
Kaftancıoğlu, seçim günü ikinci ve son basın açıklamasını 21:45’de yaptı. Bu saatte CHPnet sistemine göre Erdoğan’ın oyu %48.3, İnce’nin %38.3 idi. Henüz sisteme girişi yapılmamış oylar arasında CHP’nin yüksek oranda oy alabileceği ilçeler olduğu ve geçmişteki deneyimlere dayanarak İstanbul verilerinin genellikle Türkiye çapındaki veriler ile örtüşeceği düşünülerek seçimin ikinci tura kalacağı izlenimi doğmuştu.
Oysa AA’nın az önceki verilerine göre Erdoğan kesinlikle kazanır gibiydi. Kaftancıoğlu’na göre CHPnet sisteminde hiçbir sorun yaşanmamıştı.
Tezcan ikinci açıklamayı seçim günü 22:09’da yaptı. Ellerindeki verilere göre sandıkların yaklaşık %39’u açılmıştı ve Erdoğan’ın oy oranı %51.8, İnce’nin %33.7 idi. AA’na göre aynı saatte açılan sandık oranı %93 idi. O aşamada Tezcan dahil CHP Erdoğan’ın oy oranının %50’nin altına ineceğine kanaat getirerek seçimin ikinci tura kalacağına inanmış.
Saat 22:56’ya gelindiğinde Erdoğan Huber Köşkü önünde toplanan vatandaşlara seslenerek “Allah’ıma hamd ediyorum” diyerek tüm neticelerin gayet olumlu olduğunu belirtti. Az sonra, 23:12’de AA’nın açıkladığı sonuçlara göre sandıkların %97’ye yakını açılmıştı ve Erdoğan’ın oranı %52.6, İnce’nin %30.7 idi. Erdoğan 23:44’de sosyal medyada “Tamam” mesajını verdi.
Gece yarısını geçtikten az sonra 00:45’de (25 Haziran) M. İnce FOX TV’den bir muhabirin sorularını yanıtlarken “Tabii ki âdil bir yarış değildi, ama Erdoğan’ın kazandığını kabul ediyorum” dedi. İnce’nin seçim kampanyası için 2 gün önce “tsunami” tanımı ve gerekirse 50 bin avukatla YSK önüne gitme çıkışları geride kalmıştı. YSK henüz bir açıklama yapmamıştı.
Saat 01:25’de Erdoğan Başbakan Binali Yıldırım ile beraber AKP Genel Merkezi’nde balkon konuşması yaparak galibiyetini ilan etti. YSK’den henüz bir ses yoktu.
Saat 02:00 sıralarında YSK Başkanı Sadi Güven bir açıklama yaparak oyların %97.7’sinin sisteme girdiğini ve kalan oy sayılarının neticeyi etkilemeyeceğini belirterek Erdoğan’ın galibiyetini doğruladı. Aynı şekilde milletvekili seçimleri de Cumhur İttifakı lehine sonuçlanmıştı.http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1008343/YSK_Baskani_Sadi_Guven__Erdogan_in_salt_cogunlugu_aldigi_anlasilmaktadir.html
Bu şekilde 24 Haziran seçimleri 25 Haziran günü erken saatlerde, rakamlar nihai olmasa da, pratik anlamda sonuçlanmış oldu.
YSK’nın 4 Temmuz’da açıkladığı nihai sonuçlara göre Cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan %52.59, İnce %30.64 oy almıştı. Seçime katılım oranı %86.24 idi, ve 1.129.332 oy geçersiz sayıldı. Açılan sandık sayısı 188.008 idi ki, bu rakam YSK’nın seçim öncesi ilan ettiği toplam sandık sayısından 7.144 daha fazlaydı.
Seçim sonuçlarının dikkate değer bir yanı, Suriyelilerin yaşadığı şehirlerde Erdoğan’ın açık ara ile birinci olmasıydı.
Diğer dikkate değer bir husus, TRT gibi seçimlerde açıkça tarafgirlik yapan devlet kurumlarına bilindiği kadar bir idari veya cezai yaptırım gelmemesi. TRT İnce’nin büyük kalabalıkları cezbeden İzmir, Ankara ve İstanbul mitinglerini ekranlarında göstermedi.
CHP’den ilk tepkiler
Seçimlerin ertesi günü M. İnce yola devam edeceğini, kampanyası esnasında gidemediği illerden başlamak üzere 81 ilin tamamına teşekkür ziyaretinde bulunacağını belirtti.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise garipsenecek bir şekilde, “Bugün çok sevinçliyim … Havuz medyasına manşet olduk. Demek ki yaptığımız iş doğru… Önümüzdeki seçimlere gerçekten de ciddi bir hazırlıkla gideceğiz” dedi. Kılıçdaroğlu buna benzer sözleri daha önce 8 kez kaybettiği seçimlerden sonra da söylemişti.
Bu arada 24 Haziran’da alınan sonucu eleştiren, seçim gecesi CHP’de sistemin çalışmadığını iddia eden, ve “İktidar olamamışsanız bunun bedelinin bir karşılığı olması lazım” diyen CHP Elazığ milletvekili Gürsel Erol partiden kesin istemiyle disiplin kuruluna sevk edildi. (Daha sonra da ihraç edildi).
Özel eleştiriye açık ve ifade özgürlüğüne saygı duyması beklenen, sosyal demokrat eğilimli bir muhalefet partisinin bu tutumu anlaşılır gibi değildi.
Muhalefet çabaları başarısız
Önce şurasının altını çizelim ki, seçim takibi için muhalif tarafın geliştirdiği sistemlerin niteliği ya da aralarında bir bağ olup olmadığı konusunda bilgimiz yok. Ancak kesin denebilir ki, bu sistemler yoluyla seçim takibi, daha doğrusu oy oranlarının YSK’den bağımsız olarak saptanması, gerek Tezcan’ın, gerekse de Kaftancıoğlu’nun iddialarının tersine, başarılı olmadı.
Aynı saatlerde elde edilen sonuçlara bakılırsa, yalnız adaylara ilişik oy oranları farklı olduğu gibi, açılan sandık oranlarında da belirgin ayrılıklar vardı.
Bu durumda YSK sonuçlarına itiraz etmek gerekçesi çok zayıftı. Sonuçların karşılaştırılması ve itiraz olanağının (sınırlı itiraz süresinde) kullanılabilmesi için açılan sandık oranlarının yaklaşık aynı olması gerekecekti.
İlginçtir ki, Kaftancıoğlu, ellerindeki bilgilere göre seçim günü saat 23:05’e kadar İstanbul bazında (ki kendisine göre ülke çapındaki sonuçları yansıtıyordu) hiçbir adayın %50’ye ulaşamadığını belirtiyordu. AA sonuçlarına göre ise Erdoğan’ın oranları sürekli %50’nin üstündeydi.
AA her ne kadar ilan ettiği sonuçlarını sandıklarda bulundurduğu görevlileri yoluyla aldığını savladıysa da, bu savında pek inandırıcı değildi. YSK Başkanı Sadi Güven’in 25 Haziran’da erken saatlerde düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamaya göre sandık kurullarınca tutulan ıslak imzalı sayım döküm cetvelleri ve sandık sonuç tutanakları YSK’ye geldiği anda eş zamanlı olarak yalnız siyasi partilerle paylaşılabilecekti. AA dahil basının bu bilgilere direk ulaşma yetkisi yoktu. AA’nın yaklaşık 181 bin sandıkta gözlemci bulundurması da olanak dışıydı.
Tezcan’ın ve Kaftancıoğlu’nun sistemlerine olan güveni, CHP eski Parti Meclisi üyesi ve bilişim uzmanı Erdal Aksünger tarafından paylaşılmadı. Aksünger, CHP’nin sisteminde hem teknik altyapı sorunu hem de ağ güvenliği sorunu olduğunu ileri sürerek CHP yönetimini eleştirdi. Aksünger’e göre YSK’nın verileri ıslak imzalı tutanaklar üzerinden kontrol edilmeliydi.http://www.yenicaggazetesi.com.tr/saibeler-hala-aydinlatilmadi-196616h.htm
Adil Seçim Platformu da seçim günü saat 21:00’a kadar sistemde ciddi sorunlar yaşandığın ve verilerin paylaşılamadığını belirterek kamuoyundan özür diledi. Başka bir deyişle Platform’un sistemi o saatlerde işlemez olmuştu.https://odatv.com/ozur-dileriz-27061844.html
Öte yandan seçimlerden 3 gün sonra yapılan bir Parti Meclisi toplantısında CHP’nin 24 Haziran’da 50 bin sandıktan veri alamadığı söylendi. 50 bin sandık, tüm sandıkların yaklaşık %28’i demekti, ve iddia çok ciddi idi. Tezcan bu söylentiyi yalanlayarak CHP’nin bütün sandıklara sahip çıktığını belirtti.
https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/yarkadastan-24-haziranla-ilgili-carpici-aciklamalar-2506883/
Bütün bu çelişkili gelişmelerin nedeni, ancak seçim sonrası geniş kapsamlı bir analiz ile aydınlanabilir. CHP’de yaşanan görüş ayrılığı önemsenmeyecek gibi değil.
Anketler ne diyordu?
1 Mayıs-21 Haziran döneminde 23 şirket ve ayrıca CHP tarafından yaptırılan 24 anket sonuçları cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. tura kalacağı yönündeydi. Bu anketlerde Erdoğan’ın oy oranları %39.7 ile %53.4 arasında değişiyor, ortalama %48.6 olarak görünüyordu.http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1008102/iste_secim_sonuclarini_dogru_tahmin_eden_anket_sirketleri.html
Seçimlerden bir gün önce yayınlanan en son anket sonuçları da aynı yöndeydi: AKAM (Avrasya Araştırma) şirketine göre Erdoğan’ın oranı %44.5, Piar Araştırma şirketine göre %42.5. (Hata payları ile en yüksek oran %50’nin altında).http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1005930/AKAM_in_son_anketi__Cumhurbaskanligi_ikinci_tura_kaliyor__HDP_baraji_geciyor.htmlhttp://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1006386/Secim_yasagina_saatlere_kala_son_anket.html
Şüpheler ve sorular
Seçimlerden sonra toplu oy kullanıldığı, gözlemcilerin dövüldüğü, seçmenlere baskı yapıldığı, Adil Seçim Platformu’nun sabote edildiği, çuval çuval boş oy pusulaların ele geçirildiği gibi haber veya söylentiler seçimlerin âdil olması konusunda kuşkular yarattı. Ayrıca boş oy pusulaların seri bir şekilde damgalandığını gösteren videolar sosyal medyaya düştü.
AA’nın ilan ettiği sonuçlara muhalefetten genellikle güven yoktu. Ajans’ın Erdoğan lehine sürekli yayımladığı oylama sonuçları bir algı operasyonu yapılıyor şüphesini yarattı. Böyle bir operasyonla muhalefet tarafı sandık görevlilerinin erken saatlerde sandıklardan ayrılabilmiş olabileceği yorumu gündeme geldi.
Aydınlanmaya muhtaç hususlar:
– Her ne kadar Tezcan tarafından inkâr edildiyse de, CHP’nin 50 bin sandıktan veri alamadığı iddiasının yeniden gözden geçirilmesi. Çok sayıda sandıkta CHP temsilcisinin olmadığı söylentileri var.
– AA’nın sandık sonuçlarını nereden elde ettiği. Yukarıda belirtildiği gibi, AA’nın seçim günü YSK’nın sandık sonuçlarına erişme yetkisi yoktu.
– Muhalefet tarafın verilerine göre açılan sandık oranlarının aynı saatlerdeki AA verilerine göre niçin düşük olduğu.
– Açılan sandıkların YSK’nın seçimlerden önce açıkladığı sandık sayısına kıyasla niçin 7.140 daha fazla olduğu. Bu fazlalığın kaynağı neydi? Sandık başına oy ortalamasın 272 olduğunu düşünürsek 7.144 sandık yaklaşık bir milyon 950 oya eşdeğer.
– T.C. vatandaşı olup oy kullanan Suriyeli mülteci sayısının ne olduğu.
İlginç tesadüfler
21 Haziran’da iktidara yakın TV Net’teki bir programda ekrana AA’nın 24 Haziran seçim sonuçlarının bulunduğu grafikler asıldı. “Test amaçlı” grafiklerde Erdoğan’ın %53’le kazandığı görüntüsü vardı.
Bu rakam, iktidara yakınlığıyla bilinen araştırma şirketi ORC’nin 21 Haziran’daki anket sonucuyla (Erdoğan %52.7) örtüşüyordu.http://ipahaber.com/2018/06/23/secim-gunlugu-sandiga-63-gun-kale-gun-gun-ne-oldu/https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/sandik-sirri-2493183/
Yine bir rastlantı olarak bu oran, YSK’nın 25 Haziran erken saatlerde ilan ettiği, “henüz kesin olmayan” oran (Erdoğan %52.6) ile de örtüşüyordu.
Gelecek yazı: Bölüm 2 – Dijital ortamda seçim ve riskleri.
24 Haziran seçimleri: Oyların anatomisi ve güvenirlik sorunu
BÖLÜM 2,
DİJİTAL ORTAMDA SEÇİM VE RİSKLERİ
Dr. Ferruh Demirmen
Bundan bir önceki (15 Temmuz 2018) yazımızda (Bölüm 1) 24 Haziran seçim günü ve ardından yaşanan gelişmeleri değerlendirmiştik. Bu 2. bölümde konunun dijital ortama ilişik yönü mercek altına alınacak.
24 Haziran seçimlerinde oy girdileri ve oy sayımı dijital ortamda, YSK’nın kontrolunda olan SEÇSİS sistemi desteği ile yapıldı. Bilgisayar desteği ile yapılan seçimlerin hızla sonuç almak gibi avantajları olduğu gibi riskleri de olduğu biliniyor. Bilgisayar teknolijisinin yaygın, siber saldırıların olağan olduğu bir devirde yaşıyoruz. ABD’de 2010 Bush-Gore seçimlerinde oy kartları ötesinde bilgisayar aracılığı ile manipülasyon yapıldığı söylenir. 2016 ABD seçimlerinde de Rusya kaynaklı siber saldırılarla şifrelerin kırıldığı ve oyların saptırıldığı yönünde savcılığa kadar uzanan ciddi iddialar var.
Bilgisayar, seçmenler için bir “kara kutu” gibi çalışır, ve sandık girdileri âdil olsa bile sonuçların âdil olacağı garanti edilemez. Oy sayımı işleminde koşullara bağlı “ifadeler” ya da “rezerve” veriler yoluya oylar bir adaydan başka bir adaya aktarılabilir. Bu tür usulsüzluklar sandık başındaki gözlemcilerin bilgisi ve kontrolu dışında, ve ıslak imzalı sandık tutanakların ötesindedir.
Yıllar önce bir bilgisayar uzmanının seçimlerde nasıl hile yapılabileceğine dek bir ABD Senato komitesine verdiği yeminli ifadenin videosu Turkish Forum’da yayımlanmıştı.
Yakın geçmişte, 24 Haziran seçimlerinden bir hafta önce, Türkiye’de deneyimli bir bilgisayar uzmanı yine Turkish Forum’da yayımlanan, teknik jargonla dolu bir mesajda SEÇSİS’e yönelik inanılması zor iddialarda bulundu. Seçimlerden 2 gün sonra başka bir katılımcı dijital ortamda seçim sonuçlarında nasıl hile yapılabileceğini gösteren basit bir örnek verdi. Bu iddialara burada açıklık getirmek istemiyoruz.
Daha önce de SEÇSİS hakkında birtakım kuşkuları dile getiren yazıların sosyal medyada yer aldığı bilinmektedir. Hattâ bazı yorumcular SEÇSİS’i seçimlerin “yumuşak karnı” olarak algılarlar.

Bu iddiaların geçerliliği konusunda burada hüküm vermiyoruz.
Kökeni California’da Sun Microsystems firmasına (şimdi Oracle’a bağlı) uzanan ve 2001 yılında satın alınarak HAVESAN tarafından Türkiye’ye adapte edilen Unix/Linux tabanlı SEÇSİS (orijinal adı “Sun Election Controlling Systems” veya “SEC-SYS”), Türkiye’de genel seçimler kapsamında ilk kez 22 Temmuz 2007 milletvekili seçiminde, ve bu tarihten sonra da genel ve ara seçimler ile halk oylamalarında kullanıldı. Sistemde oy kullanma T.C. kimlik numarasına bağlı. Sandık girdileri ilçe seçim kurullarına, oradan il seçim kurullarına, ve oradan da merkeze iletiliyor. Oyların merkezi sisteme ulaştırılması dışarıya kapalı VPN (“Virtual Private Network,” Sanal Özel Ağ) teknoljisi ile yapılıyor. Şifre ve kriptolama içeren bu yöntem girdilerin güvenirliğini hedefliyor.
YSK websitesinde SEÇSİS hakkında verilen bilgilere göre Ocak 2009’da TBD (Türkiye Bilişim Derneği), INETD (İnternet Teknolojileri Derneği) ve Ankara Barosu’nun birlikte düzenlediği bir panelde sistemin güvenilir olduğuna ilişkin karar alınmış.
Ancak o zamandan bu yana güvenirlik sertifikasının alındığına, sistemin şifre ve kriptolama bakımından güncellendiğine, viruslere karşı işletim sistemine en son güvenlik yamalarının uygulandığına, vb. dek bir açıklama yok. Ayrıca 2009’dan bu yana sistemdeki yazılımın herhangi bir şekilde değiştirilmediğine yönelik bir açıklama yok. Bilgisayar yazılımına dışarıdan müdahele (“hekleme”) mümkün.
https://www.schneier.com/blog/archives/2004/11/the_problem_wit.html
Bu satırları kaleme almanın niyeti kesinlikle SEÇSİS’i bir zan altında bırakmak değildir. Ancak her dijital sistem gibi SEÇSİS’in de belirli aralıklarla denetimden geçmiş olması önemli. Bilindiği kadar ilçelerdeki uç bilgisayarları Windows XP işletim sistemi altında çalışıyor, ki bu eski sistem güvenilirlik açısından zafiyetli bir sistem. Sistemin omurgası 2001 yılında satın alındığında dijital ortamdaki “hünerleri” ile tanınan FETÖ örgütü, Türkiye’de rahatlıkla faaliyetteydi.
Altını da çizmek gerekir ki, seçim hileleri muhalif partileri hedefliyebileceği gibi iktidar partisini de hedefliyebilir.
Bu bakımdan 24 Haziran’da seçim güvenirliğini sağlamak açısından seçimlere katılan tüm partileri temsil eden bir bilgisayar uzman heyetinin seçimlerden hemen önce toplanıp SEÇSİS’i mercek altına alması isabetli olurdu. YSK böyle bir girişime izin verir miydi, bilinmez. Seçim yazılımlarının kamuya açık olmasının bir sakıncası olmayacağına inanıyoruz. Bu çalıştayda ele alınacak konular şunlar olabilirdi:
– Sürekli gelişen VPN teknolojisinde kriptolama güncelleştirilmiş midir?
– Yazılım ile ilgili olarak, “source-code audit” (kaynak kodu denetimi) yapılmış mıdır; yapılmışsa en son ne zaman yapılmışdır?
– Dışarıdan müdaheleyi engellemek veya zorlaştırmak için kriptolama ve “obfuscation” (şaşırtma, yanıltma) gibi önlemler alınmış mıdır? Müdahele yurt içinden olduğu gibi yurt dışından da olabilir.
– SEÇSİS’e benzer bir sistem hâlen AB ülkelerinde kullanılıyor mu; kullanılıyorsa güvenirliğe ilişkin ne gibi önlemlar alınmıştır?
Taraflara güven verebilecek böyle bir girişim yararlı olurdu görüşündeyiz.
En son olarak düşünülmesi gereken bir nokta, sahte veya geçerliliğini kaybetmiş (örneğin, ölmüş kişilere ait) vatandaşlık numaraları ile sisteme girebilme ve “oy verme” olanağı. Bu sorun dijital seçim sisteminin suistimele açık bir yönu olup yukarıda belirtilen bir uzman grubunun çalışma kapsamının dışındadır. Zira bu tür hayali vatandaşlık numaraları başlangıçta sistemin veri tabanına sokulmuşşa bu noktadan sonra VPN gibi güvenilirliğe ilişik önlemler fayda vermez. Sorun, sorumlu devlet kurumunun ve parti temsicilerinin ortaklaşa ele alacağı bir hususdur.
Sanırız bütün bu kuşkular yersizdi, ve SEÇSİS halkın demokratik iradesini hakkıyla işleme soktu.

MEVZUATIN ÖZÜ, ÖZNESİ, SEBEBİ-HİKMETİ, DAYANAĞI "CUMHURİYET VE DEMOKRASİDİR", Prof. Dr. Tülay Özüerman "Cumhuriyetçi misiniz? Demokrat mı? 29 Ekim 2005, İzmir / DEÜ

Cumhuriyetçi misiniz? Demokrat mı?
Prof. Dr. Tülay Özüerman / DEÜ
29 Ekim 2005, İzmir
Türkiye’ye demokrasinin kapısını açan, Cumhuriyet ve onun kazanımlarıdır. Çağdaş Türkiye görüntülerinden giderek uzaklaştırılırken, her adımın demokrasi adına meşrulaştırılma çabalarını hayret ve endişe ile izleyenlerin kafalarındaki soru işaretleri giderek artıyor. Takım ruhu ile liberalleşme kavramına takılanlar, küreselleşmenin olumsuzluklarını görmezden gelerek, laik devletle ilgili sorunlarını hesaplaşmaya dönüştürürken, sözde demokratik açılımlar adına küresel düzenin savunuculuğunu da yapmaktadırlar.
Türkiye küreselleşmenin ağına AB üyeliği masalı ile düşmekle kalmamış, kayıplar belgeler üzerinde somutlaştırılarak geri dönülmez bir sürece girilmiştir. Tam üyeliğin giderek uzaklaşan bir hayal olduğu gerçeğini algılayanların sayısının her geçen gün artıyor olmasına karşın hala iyimser tablolar yaratarak serüvenin gidişatının sorgulanmasının önünde engel oluşturanların ileri sürdükleri gerekçe, demokrasi yolunda atılan adımlardır. Gidişi sorgulayanlar, demokrasiye ve AB’ye karşı olmakla suçlanmakta, AB’nin içerisinden gelen çatlak sesler duymazlıktan gelinip, umut veren söylemler üzerinden beklentiler yükseltilmektedir.
Bir ülkeye demokrasinin getirilmiş olması, artık o ülkede otoriter özlemlerin bittiği anlamına gelmez. Ya da başka bir şekilde, demokrasi de diğer rejimler gibi kendi karşıtına dönüşebilir. Yine, demokrasi kendi başına özgürlükler adına bir sigorta değildir. Demokrasinin farklı tanımları olduğu gibi, özgürlük kavramının da farklı tanımları vardır. Demokrasinin yaşamsal damarı olan özgürlükler ve insan hakları günümüzün farklı kimlik şemsiyelerinin açıldığı ortamında tehlikeli bir şekilde yeni çatışma başlıklarını açmaktadır.
Türkiye’de muhafazakar ve hatta aşırı dinci denilebilecek kesimlerin sırtlarına geçirdikleri liberal gömlekle savundukları özgürlükler özünde sınırlamalar getirmekte ve laik Türkiye’nin kazanımlarını tersine çevirecek bir karşıtlığı içermektedir. Türkiye’nin laik, çağdaş ve modern çerçevesini kırmaya yönelik çabalar demokrasi perdesinin gerisinde yürütülürken, tüm bu açılımlara en büyük desteğin dış çevrelerden veriliyor oluşu, laik düzene sahip çıkmakta kararlı kesimi haklı olarak Sevr benzetmesiyle dışa vurulan endişeye sevk etmektedir. Ülkedeki başkalaşmayı dile getirme çabalarının halkın gözünde önemini azaltmak isteyen değişim projesinin mimarları ve yandaşları bu haklı tepkileri, Sevr paranoyası ya da dinozor gibi söylemlerle ciddiye alınmaz bir tavırla önemsizleştirmeye çalışmaktadırlar.
Türkiye’nin demokrasi yolunu kesen gerçekte bu sorgulamaları yapanlar değil, sorgulayanları karalayarak ilerleyenlerdir. Ve hızlandıran etkisi ile başkalaştırılan ülkede demokrasi öne çekilerek Cumhuriyet hedef alınmaktadır. Ilımlı gibi tabirlerle yumuşatılmak istense de Türkiye’ye hem içeriden, hem dışarıdan İslam Cumhuriyeti elbisesinin giydirilmeye çalışıldığı açıktır. Bu giysiye Türk halkının karşı çıkacağı çok iyi bilindiğinden, tüm yırtıklar demokrasi kılıfı ile örtülerek ilerlenmektedir.
Atatürk, laik Türkiye’nin mimarı olarak doğrudan hedef alınmasa da, çoğu ortamlarda anmama, geçiştirme, unutma gibi, unutturmaya yönelik eylemlerle devre dışı edilmek istenmektedir. Modern Türkiye’nin inşasında Atatürk adını dillerinden düşürmeyen dış odaklar, yeni Ortadoğu projesinde Türkiye’ye biçtikleri din çerçeveli yönlendirişi Atatürk’ü karalayarak gerçekleştirme çabasına girişmişlerdir.
Türkiye’nin gerçekten demokratikleşme yolunda ilerlemesi isteniyorsa, bunun yolu din eksenli bir yönetim anlayışı, yani dinin siyasallaştırılıp toplumsallaştırılması değil; bireyselleştirilmesi ve kamusal alanın dışındaki yerinin sağlamlaştırılmasıdır.
Sınıfsal uçurumların giderek arttığı Türkiye’de sınıf bilincini baskılayacak, yoksullaştırılan kitlelerin taleplerinin çığ gibi büyümesini önleyecek, ideolojik arayışların, özellikle sol açılımların yolunu tıkayacak bir projedir din eksenli toplumsallaştırma ve siyasallaştırma… Dinci kadrolaşma ve kuran kurslarının önünü açma çabalarına bir de bu pencereden bakmakta yarar var.
Ülkede arttığı iddia edilen misyonerlik faaliyetlerinin, “Eyvah! din elden gidiyor!…” endişesine yol açması ile dinsel açılımlarla ilgili sorgulamalar baskılanabilecektir. Nitekim, bu yönlü faaliyetler giderek artmaktadır. Her türlü dış çabaya karşı uyanık olmak elbette gereklidir ancak Türkiye için asıl tehdit, siyasal İslam’ın giderek etki alanını genişletiyor olmasıdır. Buradaki temel çelişki, İslam’la demokrasinin yollarının birleştirilmiş olmasındadır. Ve inandırıcılık da tam bu noktada yok olmaktadır.
Yoksulluğun artışıyla dinin daha etkili bir afyona dönüştüğü bilinen bir olgudur. Demokrasinin yoksulların rejimi olmadığını, Türkiye’nin daha çok, kurgusal içerikli (bilim maskesiyle kurgulanıp sunumlandı, şimdilerde küresel ve bölgesel terörle sahneleniyor) “Medeniyetler Çatışması” tezi ile tanıdığı Samuel Huntington’ın ifadesiyle aktaralım:”…Yoksulluk demokrasinin başlıca engellerinden biri, belki de başlıca engelidir. Demokrasinin geleceği ekonomik gelişmenin geleceğine bağlıdır. Ekonomik gelişmenin engelleri demokrasinin yayılmasının da engelleridir……Yoksul toplumların çoğu, yoksul kalmaya devam ettikleri sürece, demokratik olmamaya da devam edeceklerdir” (Huntington, 1993, Üçüncü Dalga, Çev. Ergun Özbudun, TDV Yayınları, Ankara, 1993, s.305,310).
Huntington’ın İslam’la demokrasi arasındaki ilişkiye ilişkin şu sözleri, bugün ortaya attığı küresel güçleri önceleyen tezlerinden farklı olarak neden-sonuç ilişkisine dayalı bir analize dayanır: “…Yönetimin meşruluğu ve politika, dinsel doktrin ve dinsel uzmanlıktan kaynaklandığı ölçüde, İslamiyet’in siyaset anlayışları, demokratik siyasetin öncüllerinden ayrılır ve onlarla çelişir….Uygulamada bir tek istisnayla, hiçbir İslam ülkesi, uzunca bir zaman boyunca tam demokratik bir siyasal sistemi sürdürmüş değildir. İstisna, Mustafa Kemal Atatürk’ün, İslam’ın toplum ve siyaset anlayışlarını açıkça reddettiği ve bütün gücüyle laik, modern, Batılı bir milli devlet yaratmaya çalıştığı Türkiye’dir…” (Huntington, 1993, s.311,312).
Neymiş?.... “Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm gücüyle laik, modern, batılı bir milli devlet yaratmaya çalıştığı Türkiye….” Evet, mucizenin temeli burada. Ve bugün Türkiye, liberal söylemlere asılan muhafazakar dinci çevrelerin yeniden inşa sürecinde, laik, modern ve ulusal kimliğinden giderek uzaklaştırılırken demokratikleştiği iddiası havada asılı kalıyor. İşte bu noktada bu ülkenin gerçek demokratlarının duruşlarını netleştirmeleri gerekiyor. Bugün demokratikleşme hareketi, etnik ayrıştırmaya yönelik tehlikeli bir sürece doğru ilerletilmekte ve terörist başının serbest bırakılması taleplerine kadar uzatılabilecek bir “aydın” hareketi başlatılmış durumdadır. Kimin gerçek aydın olduğunu belirlemekte, belki de kilit soru şu: Demokrat mısınız? Cumhuriyetçi mi?... Burada Cumhuriyeti sıfatsız bırakmanın da tehlikesine değinmek gerek. Türkiye’ye demokrasinin kapısını aralayan laik Cumhuriyet’ti. Kapıyı kapatacak olan da İslam Cumhuriyeti… Öyleyse bugünün gerçek aydınlarına düşen öncelikle laik Cumhuriyet’e sahip çıkmaktır. Tüm kavramlar gibi “aydın” kavramı da kayıp gitti.
Bilgiden giderek uzaklaşan, artan sınıfsal uçurumlarla bunalıma doğru itilen bir topluma verilebilen tek umut; AB yurttaşı olmak, demokratikleşmek… Demokratikleşirken nasıl oluyorsa, bir yandan da dine sıkı sıkı sarılmak… Bunun anlamı şudur: Türkiye’de siyaset tıkanmıştır. Siyaset AB üzerinden yürütülmektedir. AB’den dikte edilen yasama çalışmaları; IMF’ten dikte edilen ekonomik düzenlemeler… İçeriden gelen sesler mi?... Onlara kulak asmayınız… “Türkiye’de demokrasi var!...” Bakınız, herkes istediğini söyleyebiliyor…Hepsi bu kadar!... Karşı çıktığınız kadar sisteme ve yanlışlıklara destek vermek gibi bir paradoksa düşüyorsunuz. Böylece otokrasi, demokrasi kılıfında çok daha güçlü ilerliyor ve karşı çıkıldığı kadar meşrulaşıyor.
Ve bakınız, ne kadar çok siyasal parti ve her geçen gün sayıları artan sivil toplum kuruluşlarımız var. Gelin görün ki, partilerin çoğu tabela partisi, sivil toplum kuruluşlarının önemli bir kısmı dış finans güçlerinin kıskacında. Çoğulculuk, bölünüklük olarak negatif etkiyle demokrasinin bugün farklılaştırılan, azınlıklara yönelik, kimlikler üzerinden oynanan oyundaki başrolüne önemli bir katkı koymakta.
Bazılarımız hala AB’ye girme ve Avrupa vatandaşı olma düşleri kurarlarken, Batı’nın ötekileştirme projesinin ağına düşürüldüğümüzün hala farkında değiller. Küresel terör, İslamcı terör dalgasına girdikten sonra, İslam’ı referans alan ülke vatandaşlarının farklı bir frekansta yer almaları umut edilebilir mi? Pek çok bileşenin yer aldığı derin bir açmaz ama çok belirgin bir oyun ve hamleleri görülebilen oyuncular var ortada.
Türkiye’de tüm bu oyun ve oyuncuları görenler hiç de azımsanmayacak sayıda olmalarına karşın, bir araya gelemiyorlar. Demokrasi oyununun içerisinde liberal fikirleriyle yer alanların dışında, bugünün açılımlarına doğrudan karşı çıkmanın demokrasiye karşı olmak olarak algılanması baskısıyla demokratik görünmeyi önceleyenler var. Net olanlardan çok, bu kesimin Türkiye’ye bugün vurulan fırça darbelerinde olumsuz katkıları yadsınamaz.
Bugün çoğu vatandaşın şikayet ettiği tabloya öyle ya da böyle katkı koymak istemeyenler net olmak zorundalar. İşte bu yüzden hangisinin öncelendiği sorusu önem taşıyor. (Laik) Cumhuriyet mi? Demokrasi mi?... Laik Cumhuriyet’in içerisinde demokrasi de var. Laik Cumhuriyet’in kazanımlarını tek tek yerle bir eden günümüz demokratlarının ne Ilımlı İslam Cumhuriyeti yakıştırmasından, ne modern Türkiye’ye yakışmayan görüntülerden bir şikayetleri yok. Demokrasi kavramı, herkes için özgürlük talebiyle gündeme gelmiyor. Etnik ve din temelli ayrıştırmacı, özellikle alt kimliklere vurgu yapan içerikle sunumlanırken, üst kimlikleri AB referanslı, uzak ve belki de gerçekleşemeyecek bir hayale yönlendiriyor. Burada asıl amaç, ulus devleti çözmek. Uluslaşma sürecinin pekişmediği doğru bir gözlem. Ancak, pekiştirme yolunda hayli yol alınmış olduğu gerçeği ve bu süreci sekteye uğratmak için içten ve dıştan etkilerin atlanmaması gerekiyor. Önceleri perde arkasından kısa devre yapılırken, şimdilerde şoklarla (Ilımlı İslam, Demokratik İslam Cumhuriyeti, Türkiyelilik gibi…) kesintiye uğratılmak isteniyor.
AB süreci ile ilgili kuşkuların dile getirilmesinden son derece rahatsız “aydın” demokratları var bu ülkenin. Son derece demokrat çıkışlarla(!), sorgulayanları susturmaya çalışırken, ülke çıkarlarını kollanmasını önceleyenleri AB karşıtlığıyla, demokratikleşmeye karşı olmakla suçlayarak baskılıyorlar. Net olamıyor hiç kimse, bu göstermelik demokrasi tuzağına düştükçe… Bir yerden başlamak gerekli, birlik hareketine doğru ilerleyişte. Kimliksizleştirme hareketi, karşı kimlikler kazınılarak, karşıtlıklar üzerinden ilerletilmekte. Medeniyetler çatışması, bir medeniyetin karaladığı diğerinin üzerinde hegemonyasını kurma ve kendisini bu yolla yaygınlaştırmaya hizmet ediyor. Bazılarının safdillikle iddia ettiği gibi dünya medeniyetlerin uzlaşmasına doğru gitmiyor. 21. Yüzyıl perdesini, barış, demokrasi, insan hakları gibi hoşa giden uzlaşmacı başlıklarla açtı. Oyun başladığı andan itibaren giderek artan ve dünyanın her yanına terör dalgasıyla taşınan kan ve gözyaşı tohumları ile dört bir yana saçılan çatışma var.
Hem dünyanın, hem Türkiye’nin girdiği rotadan şikayetçi olanlar soruyorlar; “Ne yapabiliriz?” En çok sorulan soru… Bir yerden başlamak gerekiyorsa, net olmakla başlamalıyız. Siz hangisini önceliyorsunuz?... Laik Cumhuriyeti mi? Demokrasiyi mi?... Bu soruya verilecek yanıt önemli, çünkü, İkinci Cumhuriyetçiler yeniden kolları sıvarken, tutundukları kavram bu kez Cumhuriyetdeğil, “demokrasi”…
TİSK’in raporu, Türkiye’de çalışma çağındaki kadının %24,3’ünün çalıştığını, bu rakamın 1990’da %33 olduğunu ortaya koyarken; ülkenin Başbakanı, İngiltere’deki bir üniversitenin kürsüsünden, “İngiltere’de kamu kurumlarında başörtülülerin çalışabildiğini, başörtüsünün insan hakkı olduğunu” ilan ediyor. Kadının geriletilmiş konumunu, onu örterek pekiştirme heveslerini dünyaya ilan edenlerin, aynı zamanda Avrupa Birliği üyeliği için çaba gösteriyor görünmeleri ne çelişki?!... Girme heveslisi olduğumuz AB’nin çalışma çağındaki kadın istihdam ortalaması % 56, İngiltere’de bu oran % 66,6. Başka söze gerek var mı?...
Kamu kurumlarına türbanı taşıma mesajının verildiği İngiltere, laiklik sorunu olmayan ve türbanın siyasal simge olarak kullanılamayacağı bir ülkedir. Bu yüzden örnek olamaz. Fransa, yıllarca çözemediği laiklik konusunda katı tutum içerisindedir ve birinci ağızlardan laiklik konusunu tartışmaya bile yanaşmayan açıklamalar gelmektedir. İngiltere’yi örnek alanlara Fransa örneğini niçin vermedikleri sorulabilir… Ayrıca, her ülkenin kendine özgü koşulları içerisinde özgürlükler alanı belirlendiği gerçeğini anımsatmakta yarar var. Kaldı ki, özgürlük ile örtü birbirini içeren değil, dışlayan kavramlardır.
Örtünmeyi özgürlük olarak ilan eden muhafazakar anlayış, bunun için parlamento kararının yeterli olduğunu dünyaya ilan ediyor. Aynı ses; kadınlara “siyasette kontenjan yok, çalışarak gelin” diyor. Meclisteki kadın vekil sayısı bu görüşün “siyasette kadına geçit yok” anlamına geldiğini anlatmak için yeterli olsa gerek.
Demokrat olduklarını ileri sürenlerin demokrasi anlayışı, Türk kadınının kazanımlarını elinden almanın yanında onun siyasetin kıyısındaki yerini pekiştirmeye, ikinci cins konumunu sürdürmeye yönelik. Demokrasi diyenlerin Cumhuriyet (!) anlayışındaki kadının yeri hiç iç açıcı değil. Atatürk’ün Cumhuriyet anlayışı kadının özgürleşmesinin yolunu açtı. Kadını örtünün altından çıkaran tüm açılımlar laik Cumhuriyetin eseridir. Yeniden örtmek isteyenlerin laik Cumhuriyet ile onun kurumlarına “kadının özgürleşmesi” başlığıyla (?!) meydan okuyuşlarının örnekleri giderek çoğaltılmaktadır.


Türkiye, demokrasi hamlesi gibi gösterilen geri adımlarla laik Cumhuriyetin kazanımlarının eritilişine seyirci kalmamalıdır. İçeriden ve dışarıdan Atatürk’e yönelik, Türk ordusuna yönelik tüm karalamalar ancak laik Cumhuriyet ve onun kurumları etrafında kenetlenilerek aşılabilecektir. Atatürk’ün bıraktığı meşale, sonsuza kadar aydınlatacak güçtedir; yapılması gereken ona sahip çıkıp, gelecek nesillere aktarabilecek kararlılığı göstermektir... Türkiye’nin yarınlarını AB parantezinin içerisine sığıştırılan boşaltılmış kavramlar üzerinden kendi yerlerini sağlamlaştıranlar değil; sahip olunan güçlü kurumların içlerinin boşaltılmasına seyirci kalmamaya kararlı kitleler belirlemelidir. Bunun için toplumda güçlü bir irade vardır. Önemli olan bu iradeyi ortaya çıkaracak sosyal ve siyasal güçlerin işbirliği, güçlerin bir yerde toplanmasıdır. Laik Cumhuriyet bir kararlılığın ürünü. O’nun ömrü, bu kararlılığın sürdürülmesine ve sahiplenme derecesine bağlı olacaktır.

20 Temmuz 2018 Cuma

'5 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi anayasaya aykırı': DDK, baroları denetleyebilir mi?

'5 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi anayasaya aykırı': DDK, baroları denetleyebilir mi?
15 Temmuz 2018 Pazar günü yayımlanan 5 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, diğer kararnameler gibi tartışmalara yol açıyor. Aydın Barosu avukatlarından Burak Özdemir, baroları denetleme yetkisi öngören kararnamenin anayasaya aykırı olduğunu savundu. Özdemir, 'Cumhurbaşkanı anayasayı ihlal etmektedir' dedi.

(Av. Burak Özdemir-Çarşamba, 18 Temmuz 2018)
15 Temmuz 2018 Pazar günü yayımlanan 5 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, diğer kararnameler gibi tartışmalara yol açıyor. Aydın Barosu avukatlarından Burak Özdemir, baroları denetleme yetkisi öngören kararnamenin anayasaya aykırı olduğunu savundu.
Özdemir, "Cumhurbaşkanı anayasayı ihlal etmektedir" dedi.
Av. Burak Özdemir, Aydın Yerel adlı haber sitesinde yayımlanan yazısında, baroların denetiminin cumhurbaşkanlığına bağlanmasını eleştirdi.
5 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin anayasaya açıkça aykırı olduğunu vurguladı.
Av. Özdemir'in değerlendirmeleri şöyle:
Devlet Denetleme Kurulu Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin (5 numaralı) bazı hükümlerinin, Devlet Denetleme Kurumuna birçok kuruluşu denetleme yetkisi vermesi tartışmalara ve tepkilere yol açtı. Bu 5 numaralı kararnamedeki denetim yetkisinin kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olan Baroları da kapsayıp kapsamadığı bu yazımızın konusu.
Devlet Denetleme Kurulu, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne dayanarak Baroları denetleyebilir mi? Ve giderek baro organlarını görevden uzaklaştırabilir mi? Nihayetinde bu anayasa bakımından mümkün müdür?
5 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin birinci maddesinin ikinci fıkrasının ç bendinde, bu kararnamenin kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına yönelik yapılacak denetlemeler ile ilgili düzenlemeleri kapsadığı düzenlenmektedir.
5 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin dördüncü maddesinin birinci fıkrasının a bendinde, Devlet Denetleme Kurulu'nun kamu kurumu niteliğinde olan meslek kuruluşlarında her türlü idari soruşturma, inceleme, araştırma ve denetlemeleri yapmak görevinin olduğu düzenlenmektedir.
5 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin altıncı maddesinin birinci fıkrasında, denetim gruplarının başkanlığını yürüten grup başkanının; denetlemeler sırasında denetimi güçleştiren veya engelleyen davranışlarda bulunan, görevde kalması halinde kamu zararını artıracağı anlaşılan, suç delillerini karartacağı anlaşılan, kamu hizmetinin gerekleri yönünden görevi başında kalmasında sakınca görülen her kademe ve rütbedeki görevliler hakkında görevden uzaklaştırma tedbiri uygulayabileceğini düzenlemektedir.
Yukarıda bahsedilen hükümlerden anlaşıldığı üzere Devlet Denetleme Kurulu, söz konusu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne istinaden baroları denetleme ve gerektiğinde organlarında görev alan kişileri görevden uzaklaştırma yetkisini haiz olmaktadır.
Mevcut anayasa hükümlerine göre uygun mudur bu?
Barolar, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 76. maddesi uyarınca kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşudur. Anayasa’nın “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları” başlıklı 135. maddesinin 5. fıkrasında, “ Bu meslek kuruluşları üzerinde Devletin idari ve mali denetimine ilişkin kurallar kanunla düzenlenir” denilmektedir.
Gene 135. maddenin 6. fıkrasında, “Amaçları dışında faaliyet gösteren meslek kuruluşlarının sorumlu organlarının görevine, kanunun belirlediği merciin veya cumhuriyet savcısının istemi üzerine mahkeme kararıyla son verilir ve yerlerine yenileri seçtirilir” denilmektedir.
Söz konusu anayasa hükümlerinden anlaşılmaktadır ki, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olan Baroların denetiminin ve organlarının görevden uzaklaştırılmalarının Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile değil, kanun hükümleriyle yapılması gerekmektedir. Anayasanın 135. maddesi açıkça kanun koşulu aramaktadır.
Öte yandan Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrası, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır” hükmünü taşımaktadır.
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri'ni düzenleyen anayasa hükmü açıktır: Anayasada kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda ve kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılamaz!
Anayasa’nın 135. maddesi uyarınca, baroların denetiminin ve organlarının görevden uzaklaştırılmasının kanunun öngördüğü kurallara dayanarak yapılacağı da ortadadır. Bu kanun koşulu da özel nitelikte olan 1136 sayılı Avukatlık Kanunu tarafından gerçekleştirilmiştir.
Avukatlık Kanununun “Denetim” başlıklı ek 4 maddesi, “Adalet Bakanlığı, Barolar ve Türkiye Barolar Birliği organlarının görevlerini kanun hükümlerine uygun olarak yapıp yapmadıklarını ve mali işlemlerini yönetmelikte belirlenecek esaslara göre denetlemeye yetkilidir. Bu idari ve mali denetim, adalet müfettişlerince yapılır” hükmünü ihtiva etmektedir.
Avukatlık Kanunu'nun “Baroların kurulması, organlarının görevden uzaklaştırılması ve görevlerine son verilmesi” başlıklı 77. maddesinin 6. fıkrasında, “Amaçları dışında faaliyet gösteren barolar ile Türkiye Barolar Birliği sorumlu organlarının görevlerine son verilmesine ve yerlerine yenilerinin seçilmesine, Adalet Bakanlığının veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, o yerdeki asliye hukuk mahkemesince basit usule göre yargılama yapılarak karar verilir ve dava en geç üç ay içinde sonuçlandırılır” denilmektedir.
Yukarıda anılan anayasa hükümleri ışığında, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olan baroların denetiminin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne değil, kanuna istinaden yapılacağı tartışma götürmez. Dolayısıyla baroların denetimini öngören 5 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin ilgili hükümlerinin, anayasa madde 104/17 uyarınca, Avukatlık Kanunu'nun ilgili hükümleri karşısında uygulama alanı bulamayacağı açıktır. Başka deyişle, Avukatlık Kanunu'nda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarıldığı için, söz konusu 5 numaralı kararnamenin ilgili hükümleri geçerli değildir.
Özetle, baroları denetleme yetkisi öngören 5 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi açıkça anayasaya aykırıdır. Anayasa uyarınca, anayasanın uygulanmasını temin etmekle görevli olan cumhurbaşkanı aksine anayasayı ihlal etmektedir.

19 Temmuz 2018 Perşembe

Resmi Gazete yayınlandı! "BİT PAZARINA NUR YAĞDI" Eski bakanların yeni görevleri belli oldu!…

Resmi Gazete yayınlandı! 
"BİT PAZARINA NUR YAĞDI" 
Eski bakanların yeni görevleri belli oldu…
ANKARA (AA)
TBMM komisyonları üyeliklerine yapılan seçime dair karar Resmi Gazete'de yer aldı. Buna göre, Genel Kurulun 16 Temmuz tarihli 6. birleşiminde yapılan seçim sonucunda, Anayasa Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Başkanvekilliğine Afyonkarahisar Milletvekili Ali Özkaya, Sözcülüğe Kocaeli Milletvekili Emine Zeybek, Katipliğe Mersin Milletvekili Zeynep Gül Yılmaz getirildi. TBMM komisyonları üyeliklerine yapılan seçime dair karar Resmi Gazete'de yayımlandı. Buna göre, Genel Kurulun 16 Temmuz tarihli 6. birleşiminde yapılan seçim sonucunda, Anayasa Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Başkanvekilliğine Afyonkarahisar Milletvekili Ali Özkaya, Sözcülüğe Kocaeli Milletvekili Emine Zeybek, Katipliğe Mersin Milletvekili Zeynep Gül Yılmaz getirildi.

Adalet Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü, Başkanvekilliğine Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, Sözcülüğe Konya Milletvekili Gülay Samancı, Katipliğe Balıkesir Milletvekili Belgin Uygur seçildi.

Milli Savunma Komisyonunun Başkanı AK Parti'den Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, Başkanvekili Bursa Milletvekili Refik Özen, Sözcüsü İzmir Milletvekili Cemal Bekle, Katibi ise Bursa Milletvekili Mustafa Hidayet Vahapoğlu oldu.

İçişleri Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Kahramanmaraş Milletvekili Celalettin Güvenç, Başkanvekilliğine Gaziantep Milletvekili Sermet Atay, Sözcülüğe İstanbul Milletvekili Alev Dedegil, Katipliğe Gaziantep Milletvekili Müslüm Yüksel seçildi.

Dışişleri Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den İstanbul Milletvekili Volkan Bozkır, Başkanvekilliğine Denizli Milletvekili Ahmet Yıldız, Sözcülüğe Antalya Milletvekili Sena Nur Çelik, Katipliğe İzmir Milletvekili Ceyda Bölünmez Çankırı getirildi.

Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunun Başkanı AK Parti'den İstanbul Milletvekili Numan Kurtulmuş, Başkanvekili Erzurum Milletvekili Kamil Aydın, Sözcüsü Konya Milletvekili Orhan Erdem, Katibi ise Sinop Milletvekili Nazım Maviş oldu.

Çevre Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Trabzon Milletvekili Muhammet Balta, Başkanvekilliğine Bursa Milletvekili Muhammet Müfit Aydın, Sözcülüğe Ankara Milletvekili Sadir Durmaz, Katipliğe Ankara Milletvekili Barış Aydın getirildi.

Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Konya Milletvekili Tahir Akyürek, Başkanvekilliğine Aydın Milletvekili Metin Yavuz, Sözcülüğe Çanakkale Milletvekili Jülide İskenderoğlu, Katipliğe Erzincan Milletvekili Burhan Çakır seçildi.

Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunun Başkanı AK Parti'den Ordu Milletvekili Şenel Yediyıldız, Başkanvekili İstanbul Milletvekili Müşerref Pervin Tuba Durgut, Sözcüsü Ankara Milletvekili Arife Polat Düzgün, Katibi ise Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan oldu.

Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Kars Milletvekili Yunus Kılıç, Başkanvekilliğine İzmir Milletvekili Hasan Kalyoncu, Sözcülüğe Edirne Milletvekili Fatma Aksal, Katipliğe Bursa Milletvekili Zafer Işık seçildi.

Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Başkanvekilliğine Düzce Milletvekili Fahri Çakır, Sözcülüğe Zonguldak Milletvekili Ahmet Çolakoğlu, Katipliğe İstanbul Milletvekili İffet Polat getirildi.

Dilekçe Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır, Başkanvekilliğine İstanbul Milletvekili Canan Kalsın, Sözcülüğe Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ, Katipliğe Bolu Milletvekili Fehmi Küpçü seçildi.

Bütçe Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç, Başkanvekilliğine İstanbul Milletvekili İsmail Faruk Aksu, Sözcülüğe Gaziantep Milletvekili Abdullah Nejat Koçer, Katipliğe İstanbul Milletvekili Şirin Ünal getirildi.

Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Aydın Milletvekili Mustafa Savaş, Başkanvekilliğine İstanbul Milletvekili Nevzat Şatıroğlu, Sözcülüğe Ankara Milletvekili Mevlüt Karakaya, Katipliğe Balıkesir Milletvekili Yavuz Subaşı seçildi.

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu, Başkanvekilliğine Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman, Başkanvekilliğine İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Sözcülüğe Konya Milletvekili Leyla Şahin Usta, Katipliğe Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş getirildi.

Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Kasım Gülpınar, Başkanvekilliğine İstanbul Milletvekili Markar Eseyan, Başkanvekilliğine Uşak Milletvekili Özkan Yalım, Sözcülüğe Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu, Katipliğe İstanbul Milletvekili Zeynel Özen seçildi.

Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Adana Milletvekili Jülide Sarıeroğlu, Başkanvekilliğine Kahramanmaraş Milletvekili Habibe Öçal, Başkanvekilliğine Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer, Sözcülüğe Şanlıurfa Milletvekili Zemzem Gülendar Açanal getirildi.

Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu Başkanlığına AK Parti'den Erzurum Milletvekili Selami Altınok, Başkanvekilliğine Uşak Milletvekili Mehmet Altay, Sözcülüğe Manisa Milletvekili Murat Baybatur, Katipliğe İstanbul Milletvekili Serkan Bayram seçildi.

16 Temmuz 2018 Pazartesi

Resmi Gazete'de yayımlanan 11 ve 12 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine göre, Cumhurbaşkanlığına bağlı Devlet Arşivleri Başkanlığı ile Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı kuruldu.

Yeni Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri yayımlandı
Resmi Gazete'de yayımlanan 11 ve 12 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine göre, Cumhurbaşkanlığına bağlı Devlet Arşivleri Başkanlığı ile Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı kuruldu. 
(Anadolu Ajansı: 16.07.2018-Ankara.Muhabirler: Barış Gündoğan-Esin Işık)

ANKARA
Resmi Gazete'de 11 ve 12 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri yayımlandı.
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Cumhurbaşkanlığına bağlı Devlet Arşivleri Başkanlığı kuruldu.
Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Cumhurbaşkanlığına bağlı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı kuruldu.
Devlet Arşivleri Başkanlığı kuruldu
Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanarak yürürlüğe giren kararname ile kurulan Devlet Arşivleri Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığına bağlı ve genel bütçeye tabi olacak.
Kararname ile Başkanlığın görevleri de belirlendi. Buna göre, Başkanlık, kamu, özel ve yurt dışı arşivlerinde bulunan devlet, millet hayatını ilgilendiren belgeleri tespit ve tescil edecek, sertifikalandıracak, gerektiğinde ise satın alarak devlet arşivlerine kazandıracak. Başkanlık, arşiv belgelerinin tahribini önleyecek tedbirleri alacak, arşiv laboratuvarı kuracak veya laboratuvar hizmeti satın alacak; bunların tamir, konservasyon ve restorasyonunu yapacak.  Arşivlerde gerçekleştirilecek mikrofilm ve dijitalleştirme faaliyetleri ile yenilikçi tekniklerin uygulanması için çalışma yürütecek Başkanlık, Devlet Arşiv Ağını ve Devlet Arşivi Veri Merkezini oluşturup koordine edecek.
Başkanlık ayrıca kağıt ve elektronik ortamda oluşturulan arşiv belgelerinin her türlü güvenliğine ilişkin önlemleri alacak. Düzenlemeye göre Başkan, Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacak ve Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen amaç, politika ve stratejilere uygun olarak Başkanlığı yönetecek. Hizmet birimleri de oluşturuldu
Kararname ile Başkanlığa bağlı 9 başkanlık ve bir özel kalem müdürlüğü oluşturuldu.
Buna göre başkanlığın hizmet birimleri şunlar:
"Cumhurbaşkanlığı Arşivi Dairesi Başkanlığı, Belge Tespit ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı, Tasnif ve Araştırma Hizmetleri Dairesi Başkanlığı, Bilgi İşlem ve Elektronik Arşiv Dairesi Başkanlığı, Muhafaza ve Bakım Dairesi Başkanlığı, Personel ve Eğitim Dairesi Başkanlığı, Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığı, Dış İlişkiler ve Tanıtım Dairesi Başkanlığı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı." Kararnamede ayrıca hizmet birimlerinin görevleri de belirlendi. Buna göre, Cumhurbaşkanlığı Arşivi Dairesi Başkanlığı, Atatürk ve sonraki Cumhurbaşkanları dönemlerine ait bilgi, belge, eşya, fotoğraf ve benzeri kaynakları derleyip arşivleyecek.  Öte yandan, bu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi kapsamına giren ve elinde arşiv belgesi ve arşivlik belge bulunduran kurum ve kuruluşlar, ellerindeki arşiv belgelerini saklamak, saklanmasına gerek kalmayan belgeleri ise yok etmekle yükümlü olacaklar. Arşiv belgesi ve arşivlik belge temliki tasarruflar amacıyla kullanılamayacak, tahrip ve tahrif edilemeyecek yurt dışına çıkartılamayacak. Bu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi kapsamına giren kurum ve kuruluşların kurum arşivlerinde yapılacak ayıklama ve imha işlemleri için, bünyelerinde ayıklama ve imha komisyonları oluşturulacak.
İş birliği ve bilgi toplama
Kararnameye göre Başkanlık, görev alanına giren konularda bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve kamu kurumu niteliğindeki kuruluşlar ile yakın iş birliği içinde bulunacak. Başkanlık, görevleri ile ilgili gerekli olan bilgileri bütün kamu kurum ve kuruluşlarından istemeye yetkili olacak. Kamu kurum ve kuruluşları kendilerinden istenen bütün bilgiyi vermekle yükümlü olacak. Bu şekilde elde edilen bilgilerden ticari sır niteliğinde olanların ise gizliliğine uyulacak. Başkanlık, görevleri ile ilgili olarak ihtiyaç duyduğu konularda araştırma, etüt ve proje ile uluslararası ikili ve çok taraflı temas ve toplantılar düzenleyebilecek. Bunlarla ilgili her türlü mal ve hizmetlerin sağlanması gibi işleri yerli ve yabancı gerçek ve tüzel kişilere sözleşme veya pazarlık suretiyle yaptırabilecek. Başkan sınırlarını açıkça belirlemek şartıyla yetkilerinden bir kısmını astlarına devredebilecek ancak yetki devri, yetki devreden amirin sorumluluğunu kaldırmayacak.
Personel istihdamı, çalıştırılması ve görevlendirme
Başkanlıkta 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ilgili ek maddesine göre Arşiv Uzmanı ve Arşiv Uzman Yardımcısı istihdam edilebilecek. Başkanlıkta, sözleşmeli personel istihdam edilebilecek, Başkanlığa kurumlar arası geçici görevlendirme yapılabilecek. Bu suretle çalıştırılacakların sözleşme usul ve esasları ile ücret miktarı ve her çeşit ödemeleri Cumhurbaşkanınca tespit edilecek.
Başkanlığın 2018 mali yılı harcamaları, Hazine ve Maliye Bakanlığınca yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar Cumhurbaşkanlığının 2018 yılı bütçesinde yer alan ödeneklerden karşılanacak.
Kapatılan Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü kadro ve pozisyonlarında bu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla en az 2 yıl, en fazla 10 yıl görev yapan ve lisans eğitimi veren yükseköğretim kurumları veya bunlara denkliği kabul edilen yurt dışındaki öğretim kurumlarından mezun olanlar; Başkanlıkça belirlenecek usul ve esaslara göre, bir defaya mahsus olmak üzere 6 ay içerisinde yapılacak yazılı ve sözlü sınavda başarılı olmak şartıyla Arşiv Uzman Yardımcılığı kadrolarına atanabilecek.
Aynı şartlarda en az 10 yıldır kurumda görev yapanlar ise bir defaya mahsus olmak üzere, yapılacak yazılı ve sözlü sınavı kazanmak şartıyla Arşiv Uzmanlığı kadrolarına atanabilecek. Bu şekilde atanacakların sayısı, Arşiv Uzmanı toplam kadro sayısının yüzde 30'unu geçemeyecek. 10 yıldan aşağı hizmeti olanlar uzman yardımcısı 10 yıldan fazla hizmeti olanlar uzman kadrolarına atandıklarında bunlar için ilgili mevzuattaki kısıtlamalar uygulanmayacak. Kararname ile Devlet Arşivleri Başkanlığı için bir başkan ve 3 başkan yardımcısı, 9 daire başkanı, 1 özel kalem müdürü, arşiv uzman ve yardımcılarından oluşan 524 kadro ihdas edildi.
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı kuruldu
Cumhurbaşkanlığına bağlı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı kuruldu.
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığının kuruluş, görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esasların belirlendiği Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı.
Buna göre, milli sarayların (saray, müze, köşk, kasır ve fabrikalar ile bunlara bağlı taşınır ve taşınmaz kültür varlıkları) yönetimi ve tanıtımı için Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak genel bütçeye tabi Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı kuruldu.
Başkanlık, Cumhurbaşkanlığının yönetiminde bulunan saray, köşk ve kasırlar ile bunlara bağlı taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının tespitini, tasnifini, periyodik bakımını, muhafazasını, restorasyonunu ve tanıtımını yapacak. Kurtuluş Savaşı Müzesi'nde (Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi Binası) tüm müzecilik hizmetlerinin yerine getirilmesi, müzenin ulusal ve uluslararası tanıtımının yapılması veya yaptırılması ile bu amaçla faaliyetlerde bulunulması, ilgili kuruluşlarla kültürel alanlarda iş birliği yapılması, müzenin onarım, restorasyon, teşhir ve müzecilikle ilgili diğer teknik hizmetlerinin yürütülmesi, Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki müzelerin tanıtılması, ziyarete hazır tutulması, ziyaretçilere ilişkin verilerin istatistiki yöntemlerle değerlendirilmesi için gerekli çalışmaların yapılması da Başkanlığın görevleri arasında yer alıyor.
Milli Saraylar İdaresi Başkanı, Başkanlığın genel yönetimi ve temsilinden Cumhurbaşkanı'na karşı sorumlu olacak ve Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen amaç, politika ve stratejilere uygun olarak Başkanlığı yönetecek, Başkanlığın bütçe teklifini hazırlayacak.
Hizmet birimleri
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığının hizmet birimleri Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı, Restorasyon ve Teknik Uygulamalar Başkanlığı, Destek Hizmetleri Başkanlığı, Personel Dairesi Başkanlığı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı ve Özel Kalem Müdürlüğünden oluşacak.
Hizmet birimlerinin görevlerinin de yer aldığı kararnameye göre, Başkanlık, görev alanına giren konularda bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve kamu kurumu niteliğindeki kuruluşlar ile yakın iş birliği içinde bulunacak.
Başkanlık, görevleriyle ilgili gerekli bilgileri bütün kamu kurum ve kuruluşlarından istemeye yetkili, kamu kurum ve kuruluşları ise kendilerinden istenen bütün bilgileri vermekle yükümlü olacak. Bu şekilde elde edilen bilgilerden ticari sır niteliğinde olanların gizliliğine uyulacak.
Başkanlık, görevleri ile ilgili ihtiyaç duyduğu konularda araştırma, etüt ve projeyle uluslararası ikili ve çok taraflı temas ve toplantılar düzenleme, bunlarla ilgili her türlü mal ve hizmetlerin sağlanması gibi işleri yerli ve yabancı gerçek ve tüzel kişilere sözleşme veya pazarlık suretiyle yaptırabilecek, bu konularla ilgili mal ve hizmet satın alabilecek. Bu kapsamdaki faaliyetlerle Başkanlığa teklif edilen projelerin değerlendirilmesi ve desteklenen projelerin izlenmesine ilişkin hizmet alımlarında görev alan kamu görevlileri ve hizmetinden yararlanılacak diğer kişiler için ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde yapılacak harcamalar Başkanlık bütçesinden karşılanacak.
Başkanlıkça desteklenen araştırma-geliştirme projelerinde proje süresi ile sınırlı olmak kaydıyla proje kapsamında görev yapan öğretim elemanlarına onaylanan projede belirlenen tutarlar üzerinden ödeme yapılabilecek.
Projede görev yapan ve kamu görevlisi olmayan diğer personele onaylanan projede belirlenen tutarlar üzerinden hizmet bedeli ödenebilecek.
Yöneticilerin sorumluluğu
Başkanlıkta görev yapan her kademedeki yöneticiler hizmet veya görevlerini, Cumhurbaşkanı tarafından verilecek emir ve direktifler ile sıralı yöneticiler tarafından verilecek emir ve talimatlar yönünde mevzuata uygun olarak düzenlemek ve yürütmekten bir üst kademeye karşı sorumlu olacak.
Başkanlık, görev, yetki ve sorumluluk alanına giren konularda idari düzenlemeler yapabilecek.
Başkan sınırlarını açıkça belirlemek şartıyla yetkilerinden bir kısmını astlarına devredebilecek. Ancak yetki devri, yetki devreden amirin sorumluluğunu kaldırmayacak.
Başkanlık personeli 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na tabi olacak. Başkanlıkta, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ilgili maddeleri çerçevesinde personel istihdam edilecek ve Başkanlığa kurumlar arası geçici görevlendirme yapılabilecek. Bu suretle çalıştırılacakların sözleşme usul ve esaslarıyla ücret miktarı ve her çeşit ödemeleri Cumhurbaşkanı'nca tespit edilecek.
Cumhurbaşkanlığına bağlı saray, köşk, kasır, müze ve fabrikalardan sağlanan her türlü gelir ile bunların bakım ve onarımı için yapılan şartlı bağışlar ve yardımlar hakkında, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun ilgili maddesi çerçevesinde işlem yapılacak.
Kadro ve pozisyonların tespiti, ihdası, kullanımı ve iptali ile kadro ve pozisyonlara ilişkin diğer hususlar, Genel Kadro ve Usulü Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi hükümlerine göre düzenlenecek.
Mevzuatta Milli Saraylar İdaresi Başkanlığının görevleriyle ilgili olarak TBMM Başkanlığı İdari Teşkilatına yapılmış olan atıflar Milli Saraylar İdaresi Başkanlığına yapılmış sayılacak.
2 Temmuz 2018 tarihli ve 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Cumhurbaşkanlığı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığına devredilen TBMM'ye bağlı Milli Saraylara ilişkin hizmetler, anılan KHK'nin yayımı tarihinde istihdam edilen görevli personel eliyle Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Teşkilatı Kanunu'nun ilgili maddesi gereğince hiçbir işleme gerek kalmaksızın yürütülmeye devam edilecek.

14 Temmuz 2018 Cumartesi

Eski Adalet Bakanı Sami Türk: 1 No'lu kararname ile ülke parçalanır. "Cumhurbaşkanlığı 1 No’lu Kararnamesi 254. maddesindeki yetkilerinin derhal Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi gerektiğini, bu maddelerin Anayasa’nın ilk 4 maddesine aykırı olduğuiçin uygulamanın mümkün olmadığını söyledi."

Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk: "1 No'lu kararname ile ülke parçalanır"
Eski Adalet Bakanı Türk, Cumhurbaşkanlığı 1 No’lu Kararnamesi 254. maddesindeki yetkilerinin derhal Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi gerektiğini, bu maddelerin Anayasa’nın ilk 4 maddesine aykırı olduğu için uygulamanın mümkün olmadığını söyledi. (Fatih ERBOZ, 14 Temmuz 2018-Cumartesi /ANKARA)
1. NO'LU CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ, MADDE: 254
Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Cumhurbaşkanlığı 1 No'lu Kararnamesi'nin 254. maddesindeki e ve f bentleriyle İçişleri Bakanlığı'na verilen ülkenin idari yapısını belirleme yetkilerinin derhal Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesi gerektiğini, bu maddelerin Anayasa'nın ilk 4 maddesine aykırı olduğu için uygulanmasının mümkün olmadığını söyledi.
HÜKMET DİYE BİR ŞEY KALMADI
Kararnamenin dilini de eleştiren Sami Türk, hükümetlerin iç politikaları olduğunu ancak "hükümet" diye bir şey kalmadığının anlaşıldığını belirterek şöyle dedi: "Tek kişi var, Cumhurbaşkanı. Bakanlar ancak ona teklif götürebilecek. Örneğin İçişleri Bakanı. Hükümet ve bakanlar kurulunun yerini alabiliyor. Son söz, karar tek kişilik yürütme kuruluna, cumhurbaşkanına verilmiş durumda."
"İl ve ilçelerin genel ve özel durumlarıyla ilgili değerlendirmeler yapmak' deniyor ama bu değerlendirme nasıl bir değerlendirme olacak?"
"İl ve ilçelerin genel ve özel durumlarıyla ilgili değerlendirmeler yapmak' deniyor ama bu değerlendirme nasıl bir değerlendirme olacak?" diye soran Türk, şöyle devam etti: "Arkasında f bendinde ülkenin idari bölümlere ayrılması, il ve ilçelerin genel idarelerini düzenlemek. Buna göre belki illerin idari bölümlere ayrılması, ilçelerde bucaklar oluşturulması, yeni idari bölümler yapılması, bunun için cumhurbaşkanına teklifte bulunmak. İl ve ilçelerin genel idarelerini düzenlemek bu nasıl olacak? İl İdaresi Kanunu var. İllerde vali, ilçelerde kaymakam, bazı illerde il genel meclisleri var, bazı illerde artık yok, büyükşehir belediye meclisleri var bunlarla ilgili düzenleme yapılabilir. Bunları da cumhurbaşkanı yapacak anlaşılan, kararname ile. Yasa koyucu olarak cumhurbaşkanı artık."
539 maddelik hacimli bir kararname
Sami Türk, ilk kararnamenin 539 maddelik hacimli bir kararname olduğunu ve yürütme ile ilgili konuları aşan hükümlerin olduğunu kaydetti. Bu kararnamenin hukuki bakımından TBMM'ye sunulup onaylanmasının söz konusu olmadığını ifade eden Türk, şunları söyledi: "İki büyük parti, TBMM'nin 151 milletvekili başvurabilir. AKP Anayasa Mahkemesi'ne gitmez. Türkiye'nin artık bütün yönetimi tek kişinin elinde. Cumhurbaşkanı daha önce söylemişti, 'Eyalet sistemini düşünebiliriz' diye. HDP'nin öteden beri söylediği özerk bölgelere ayrılması. Kaygı verici olan ülkenin idari bölümlere ayrılması, il ve ilçeler dışında daha büyük birimler, eyalet sistemine geçişin hazırlığı olabilir."
Eyalet sistemine anayasamızda değiştirilemez maddeler arasında
Eyalet sistemine anayasamızda değiştirilemez maddeler arasında yer alan maddenin engel olduğunun altını çizen Türk, şöyle dedi: "Bu maddeler daha değişmedi. Türkiye devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Bu eyalet sistemine geçtiğiniz zaman durum farklı olur. Bugüne Türkiye içinde özerk bölgeler önerenlerin uzun vadeli amacı, önce özerk bölgeyle başlayıp kademe kademe bağımsızlığa geçmek. Eyaletler bağımsız devletlere dönüşmüştür Osmanlı İmparatorluğu'nda. Sonunda elimizde bugünkü Türkiye Cumhuriyeti kaldı. Böyle bir olasılığı içeriyor bu, o bakımdan tehlikeli bir madde. Eyalet sistemine geçildiği zaman Türkiye'nin parçalanmasını yolu açılmış olur."
Kaynak Yeniçağ: Eski Adalet Bakanı Sami Türk: 1 No'lu kararname ile ülke parçalanır

12 Temmuz 2018 Perşembe

Şimdi Şöyle Demek Gerek: "TÜRKİYE CUMHURİYETİ RUHTAN DÜŞTÜ" Afyon, Eskişehir ve İzmir Türk Dünyası Eğitim-Bilim Şûraları ile Kültür Şenliklerinde, bilhassa Azerbaycanlı kardeşlerimiz; Türkiye ruhtan düşmüş, acele tekrar ruhlandırılmalıdır, diye endişeyle haykırdılar.. (Mustafa Nevruz SINACI, 01 Şubat 2014)

GELENEK VE GERÇEK ‘ATATÜRK'ÜN CHP'Sİ VE KADİM DEMOKRAT PARTİ’ ŞİMDİ RUHLANMALIDIR
Mustafa Nevruz SINACI
1946-1950 AMBLEM
Önce makale başlığı ile ilgili bir açıklama… Afyon, Eskişehir ve İzmir Türk Dünyası Eğitim-Bilim Şûraları ile Kültür Şenliklerinde, bilhassa Azerbaycanlı kardeşlerimiz; Türkiye ruhtan düşmüş, acele tekrar ruhlandırılmalıdır, diye endişeyle haykırdılar..
Burada ruhtan düşme: Tarihi, milli, ilmi, kültürel, tüm asli unsur ve yaşamsal değerleri yitirmiş olmak anlamına gelmektedir. Tıpkı, Atatürk’ün Cumhuriyet, Demokrasi, özgür bilim, insan hakları, adalet ahlâkı, hukuk, hükümranlık ve bağımsızlık şuuru, sevdası gibi…
TC RUHTAN DÜŞTÜ
Bu anlam ve bağlamda Türk Dünyası kaygılanmakta haklıdır. Çünkü gerçekte Türkiye Cumhuriyeti yarım asır önce ruhtan düşürülmüştür. 53 yıldır da Türk ruhu, milli-manevi, ilmî değerleri, mâşeri vicdan ve şuuru paspas edilip çiğnenmektedir. Bu rezillik, ihanet, alçaklık ve küstahlığa, başta ana muhalefet partileri CHP ve MHP olmak üzere; ‘Siyasi Parti’ vasfını haiz 78 organizasyon doğrudan muhatap, ‘sorumlu teşekkül’ onursuz ve sorumsuz biçimde seyirci olmakta, kayıtsız kalmakta ve nihayet, “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin dâhi yok edilmesine karşı (görünürde ve parti örgütleri) şaşkınlık ve çaresizlik içinde kıvranmaktadırlar…,
1946-1950 AFİŞ
Alında bunların çaresi, çözümü, tedbiri yok değil, elbette mevcut. Ama bu istikamette muhalefet isteksiz, belki yetersiz-yeteneksiz yahut bedhahlarla gizli iştirak ve işbirliği halinde bile olabilirler. Özellikle 17 Aralık operasyonundan itibaren, ülkenin ve milletin üstüne kâbus gibi çöken ve euro-dolar vurgunu ile çöreklenen kriz, bu kaygı ve korkuları teyit etmektedir.
FETRET DEVRİNİ KAPATAN ASR-I SAADET
7 Ocak 1946, bu yüksekliğin, ideal insanlık davası, milli/manevi kültür ve ilmi şuurun Demokrat Parti adıyla ruhlandığı, doğduğu, dirildiği ve hayat bulduğu; Halk Partisi tarafından memlekette estirilen terör-tedhiş ve mezalimin sonlandırıldığı; Fetret Devrini temelden sarsan kutlu bir tarihtir. “Tarihi ve kadim Demokrat Parti” Türkiye’de cumhuriyet, adalet, hukuk ve demokrasinin öznesi; Siyasette fazilet mücadelesi ve devlet idaresinde millet iradesinin hâkim kılınmasının; Yani, “Egemenlik kayıtsız ve şartsız Türk Milletinindir” düsturunun yegâne teminatıdır. İşte, 46 Ruhu, Demokrat Parti dava, manâ ve misyonu bu anlama gelir. 
DEVLET BAŞA, KUZGUN LEŞE!..            
1950-1960 RESMİ LOGO
GERÇEKTE:
DAİMİ DP AMBLEMİ
Şimdi gelelim (dönem itibarıyla) esas meseleye:           
Demokrat Parti’nin 11. Olağan Genel Kurulu, önümüzdeki Pazar (2 Şubat 2014) günü, saat: 10.00’da “Çetin Emeç-Balgat, Ahmet Taner Kışlalı Kapalı Spor Salonunda” yapılacak.
Öncelikle şunu ifade etmek lâzım ki; Halen “DP” adı altında politika yapmaya çalışan kurumun, mevcut haliyle tarihi-asli ve kadim Demokrat Parti’yi temsil/ilzam ve tedai ettirdiği, ettirebildiği kesinlikle söylenemez. Fakat bunun suçlusu mevcut yönetim değil; 8 Mayıs 2005 tarihli “Demokrat Parti 11. Olağanüstü Kongre” ile Erkan Mumcu sahipliğindeki ANAP’a iştirak ve iltihak kararı alınmasından sonra tezgâhlanan kirli oyun, hile-desise, derin kurnazlık ve hain pazarlıklardır.
Meselâ Mehmet Ağar döneminde DYP’nin DP adını edinmesi meşru, yasal, ahlâki ve hukuki değildi. Akabinde ANAP’ın büyük kongresini toplayan E. Mumcu bütün ısrar, telkin, tembih ve hatırlatmalarıma, hukuki hakkı olmasına rağmen ANAP’ın adını DP’ye iblâğ kararı alamamıştır. Bunun nedeni ya bir büyük pazarlık, dayatma yada manipülasyon yahut M. Ağar korkusu olabilirdi. Sonuç: Demokrat Parti uzun bir süre akim, ANAP uhdesinde enterne, esas itibarıyla sinelerde mahfuz ve fiilen mahkûm ortalık boş, millet ve devler sahipsiz kaldı.
    1961 - 1969
                AP AMBLEMİ
Nihayet DYP’nin ANAP ile birleşmesi ve DP adını alması sorunu bir derece çözdü.
Ancak bu, DP’nin tarihi, doğal, kadim ve 46 ruhu ile mündemiç gerçek şahsiyetinin hayat bulmasına vesile olmadı. Zaten üst üste gelen katılım, intikal ve değişikliklerle adeta darbelenmiş, örselenmiş, küstürülmüş, moral olarak çökmüş, tefessüh etmiş teşkilât, varılan noktayı kabullenemedi. Özellikle Süleyman Soylu (!)ve Namık K. Zeybek zamanında teşkilât siyasetten ikrah etti, tabana vurdu. Demokrat Parti kaynağından neş’et Merkez Sağ’ın mazbut seçmeni, illet-nefret ettiği ve asla içine sindiremediği, kabullenemediği AKP’ye iltica zorunda ve durumunda kaldı. Buna rağmen geniş halk kitleleri, temelde gelenek ve gerçek, hak, adalet, hukuk ve dürüstlük sevdalısı sessiz-sözsüz yığınlar; Yalan-talan, haksızlık-hırsızlık, yolsuzluk karşısında ezilen, üzülen, eziyet ve zulme maruz kalan kesimler DP’den asla ümidi kesmedi…
Her daim herkesin ve her kesimin gözü ve gönlü DP’de idi;
Çünkü Demokrat Parti davası, 46 ruh ve misyonu:     
22 Mayıs 1950 – 22 Mayıs 2014 tarihleri arası 64 yıllık Hükümetlerden, tamı tamına 33 yılı ‘tek başına iktidar’ ve 13 yılı da iştirak, ittifak ve koalisyonlar biçiminde olmak üzere 47 yıllık hükümferma bir sentez, özne ve bileşkedir. Henüz bu ruh ve misyonunun rekoruna kimse erişemedi. Erişmesi de imkânsızdır.
Bakınız şu tabloya:
Menderes Hükümetleri 22 Mayıs 1950- 27 Mayıs 1960          = 10 yıl 005 gün
Demirel Hükümetleri                27 Ekim 1965 - 16 Mart 1971            = 10 yıl 314 gün
Özal Hükümetleri                     13 Aralık 1983 - 09 Kasım 1989        =   5 yıl 345 gün
Akbulut Hükümeti                    09 Kasım 1989 - 23 Haziran 1991      =   1 yıl 232 gün
Yılmaz Hükümetleri                  23 Haziran 1991 - 20 Kasım 1991      =   2 yıl 101 gün
Çiller Hükümetleri                    25 Haziran 1993 - 12 Mart 1996        =   2 yıl 273 gün
Tek başına, müstakilen ve münferiden iktidar süresi                  :   33 YIL 175 GÜN
İktidar ortağı, iştirak ve ittifaklar biçiminde koalisyonlar                        :   13 YIL 190 GÜN
TOPLAM HÜKÜMET ETME SÜRESİ                                        :   47 YIL
NETİCE OLARAK BU KONGRE’DE:
"TRUVA ATI" DEFOL!..
1. Tarihi ve kadim Demokrat Parti’nin aslına rücu etmek, şahsiyet, haysiyet, bilgi, birikim, deha, basiret ve beka’sı ile bütünleşmek;
2. 46 Ruhu ile ruhlanmak, Milli birlik, hürriyet, adalet ve bağımsızlığa adanmak; 
3. Orijinal Demokrat Parti’nin güncel versiyonunu kabul etmek ve yürürlüğe koymak;
4. Yeter!.. Söz Milletindir… Anlamına gelen “Başparmağı Açık Sağ El” i parti amblemi olarak kabul ve tescil ederek, büyük bir ayıptan kurtulmak…
Millet için bir ümit, ümitten de öteye HAK; Devlet uğruna görev ve Kongre Delegeleri namına mutlak bir sorumluluk, kaçılmaz, kaçınılmaz tarihi bir VAZİFEDİR.   
            Böyle olursa eğer; “TÜRKİYE’YE BÜYÜK ÇAĞRI” hayat bulabilir, gerçek olabilir.
            Aksi takdirde bir HAM HAYAL ve ÜTOPYA olarak kalmaya mahkûmdur.
            BİLİNE!...